
ÜLKÜ PINARI
274 subscribers
About ÜLKÜ PINARI
Türk Milleti'nden, Atatürk'ten ve Cumhuriyet'ten yana tarafız...
Similar Channels
Swipe to see more
Posts

ÖNCE KENDİN İNANACAKSIN Türkiye’nin Kıbrıs politikası, Annan Planı’yla Kıbrıs’ın tamamen elde çıkmasının yolu açılmak üzereyken, Rum tarafının Kıbrıs’ın tam kontrolü ve hâkimiyetinde gösterdiği sabırsızlık nedeniyle direkten dönmüştür. Politika, birçok hata veya başka saiklerle “deneme-yanılma metodu”yla yürütülmüş, sonuçta eşit, egemen iki ayrı devlet olarak doğru yol bulunmuştur. Türkiye’nin Kıbrıs politikası, iki ayrı eşit, bağımsız ve egemen devlet olup, bunun uluslararası ortamda tanınmasıdır. Bu politika Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından benimsenmiş ve ortak yürütülen bir politikadır. Devam ettirilmesi, sabır, kararlılık, azim ve sebat ister. KKTC’yi bugüne kadar Türkiye’den başka ülke tanımadı diye, alternatif modeller arayışına girilmez. Bu arayışı BM, AB gibi kurumlar ve başta Yunanistan olmak üzere birçok ülke yapabilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’den, iktidardan veya muhalefetten olsun herhangi bir siyasi partinin veya figürün, düşünce kuruluşunun veya akademisyenin yapması kabul edilemez. Bu kutsal davaya ihanet edilemez. Bu ifademin sebebi, 1958-1960 arasında Kıbrıs için yapılan mitingleri ve mitinge katılanların “Ya taksim ya ölüm”, hatta “hepsi, hepsi” diye yeri göğü inleten sloganlarını radyonun başında takip eden ve bunun heyecanını yaşayan ortaokul öğrencisi vatansever bir yurttaş ve Kıbrıs Gazisi olarak, konunun hem Türkiye’de hem KKTC’de hem de başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere yurt dışında gerektiği kadar işlenmediğini ve izah edilemediğini vurgulamak istememden kaynaklanmaktadır. Ortaya atılan tezler BM’nin karar aldığı ve birçok ülke tarafından kabul gören tez, iki bölgeli federasyondur. Kabul etmesek dahi resmi durum budur. Vazifemiz, bu tezin makul ve mümkün olan bir çözüm olmadığını tarihi gerçeklerle ve yaşanan olaylarla bıkmadan usanmadan anlatmak ve kendi milli ve devlet politikamız olan, iki ayrı, eşit, bağımsız ve egemen devlet tezini savunmak ve kabul görmesi için çalışmaktır. İşin üzücü tarafı, bizim bunu savunmamız gerekirken, federasyon modellerinin hem Türkiye’deki hem de KKTC’deki bazı politikacılar, düşünce kuruluşları ve akademisyenler tarafından dile getirilmesidir. Onlar, ortada resmi olarak bir Kıbrıs Cumhuriyeti, bir de fiili olarak KKTC ve GKRY’nin olduğunu, fiili durum resmi hale getirilemediğine göre, resmi durumun fiili hale getirilmesi gerektiğini söylemektedir. KKTC’den bir akademisyenin tezi; KKTC’nin birinci önceliğinin eşit, bağımsız, egemen, iki ayrı devlet olduğu, ikinci önceliğinin de BM kararına uygun, bazı konularda garantörlük de dahil, daha özerk hareket edebilen, iki bölgeli gevşek bir federasyon olabileceği, GKRY’nin ise birinci önceliğinin üniter bir yapı olduğu, ikinci önceliğinin de federatif bir yapı olabileceği yönündedir. Dolayısıyla buluşulabilecek ortak noktanın gevşek bir federasyon olduğu üzerinde durmaktadır. Kıbrıs’ta 1974’den beri iki ayrı toplum, 1983’den beri de iki ayrı devlet yapısı olmasından dolayı istikrar vardır. Barış vardır. 2003’de kapıların açılmasıyla karşılıklı gidiş gelişlerin yapılması, birkaç küçük sayılabilecek olay hariç önemli bir hadisenin çıkmaması insanları yanıltmamalıdır. Karşı tarafa giden insanların yeniden kendi topraklarına döndüğü, sürekli birlikte olunduğu taktirde eski husumetlerin tekrar ortaya çıkmasının kaçınılmaz olacağı dikkate alınmalıdır. KKTC hükümetinden bir bakan da; KKTC’nin tanınmaması halinde Tayvan veya Nahçıvan modeliyle yola devam edilebileceğini ifade etmektedir. KKTC’nin Özerk bir yapı olarak Türkiye’ye ye dahil olması modeli cazip gibi görünse de bazı sıkıntıları beraberinde getirebilir. Bunun için önce KKTC’nin Türkiye’ye katılması gerekir. Böyle bir ortamda KKTC’nin Türkiye toprağı kabul edilmesinin iç siyasette ve uluslararası hukukta ve ilişkilerde sıkıntı yaratacağı açıktır. Bu modeller, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısıyla da uyumlu olmayıp, zaman içinde sorunlar yaşanabilir. Ayrıca KKTC’nin bağımsız ve egemen bir ülke olmasıyla elde edilecek, uluslararası başta olmak üzere her alanda Türkiye’yle birlikte hareket etme imkanından da mahrum bırakabilir. Devam eden müzakereler Kıbrıs konusu 50 yıl müzakerelerle geçmiştir. Müzakerelerden Türk tarafının hiç çıkarı olmamıştır. Türkler için müzakere taviz demektir. Taviz de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak, menfaat, güvenlik ve çıkarlarından, Kıbrıs Türkünün de bağımsızlık, egemenlik, can ve mal güvenliği ve KKTC’den, yani vatanından vazgeçmesi demektir. Türk tarafı müzakere masasına çekilmeye çalışılmaktadır. Masaya ancak ayrı, eşit, bağımsız ve egemen iki devletin tüm taraflarca kabul edilerek el sıkışması amacıyla oturulabilir. Annan Planı’nda yapılan büyük hatadan, karşı tarafın bir an önce hakimiyet ve etkinlik sağlama sabırsızlığı sebebiyle kurtulduğumuz unutulmamalı, hiçbir düşüncenin etkisiyle tuzağa düşülmemelidir. Ancak yine BM Genel Sekreterinin özel girişimiyle bir yılı aşkın süredir “gayrı resmi” adı altında devam eden bir müzakere süreci başlatılmıştır. Temmuz 2025’de Cenevre’de yapılmak üzere bir yenisi daha düzenlenmiştir. Türk tarafı şimdilik mevcut devlet politikasındaki ısrarını sürdürmekte, BM ve Rum-Yunan İkilisi de bunu nereden delebiliriz diye fırsat kollamaktadır. *** -KKTC Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin hakkını kullanmasıyla kurulmuştur. Uluslararası hukukta ve ilişkilerde bir devlet olarak işlem görme hakkına sahiptir. 1974’den beri adada sükûnet ve barış vardır. Üniter yapının imkânsız olduğu 1960-1974 arasındaki dönemde, Federasyonun da mümkün olamayacağı 1974-1983 arasındaki dönemde görülmüştür. -Federasyon algısına engel olmak için, bir an önce KKTC’nin adının KTC (Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) olarak yeniden isimlendirilmesinde fayda görülmektedir. -Kıbrıs konusunun Türkiye için bir sorun olmadığı kararlılıkla ve açık olarak ortaya konmalı, Türk tarafınca bu konu “Kıbrıs sorunu” olarak ifade edilmemelidir. Sorun, 1974’de çözülmüş, 1983’de bitmiştir. -KKTC’nin tanınması çalışmalarına azimle devam edilmelidir. Ancak tanınmazsa, bugüne kadar olduğu gibi kıyamet de kopmaz. Fiili durum devam eder. Çözüm adı altında başka bir yol aramak, mevcut stabiliteyi ve barışı tehlikeye düşürür. -Bu konuda yönetimlerin olduğu kadar, her iki ülke muhalefetinin, sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin ve tüm vatandaşların, sorumluluklarının bilincinde olarak ve Türk Milli Menfaatlerini gözeterek hareket etmesi elzem görülmektedir. -Rum-Yunan ikilisi uluslararası her imkânı fırsata çevirme peşindedir. Her ikisi de tarih boyunca Türk düşmanlığından beslenmiştir. Türkler aleyhinde propaganda yapmakta, uygun ortam bulduklarında aleyhte davranışlar sergilemektedir. Milli marşları dahi Türklere kin kusmaktadır. Okullardaki ders müfredatlarında Türkler aleyhinde konular işlenmekte, genç beyinlere küçük yaştan itibaren Türk düşmanlığı aşılanmaktadır. -1960’lardan beri iki nesil geçmiş, üçüncü nesil yetişmektedir. Geçmiş unutulmaya yüz tutmuş, şimdiki hayat, sanki hep böyleymiş zannedilmektedir. Bu nedenle Türk okullarında da, Rumlar gibi düşmanlık içeren değil, olan biteni bütün gerçekleriyle ortaya koyan derslere yer verilmesine ve halkın da bu yönde bilinçlendirilmesine ihtiyaç olduğu, yapılan gözlemlerden anlaşılmaktadır. -Davaya sahip çıkmak için önce kendimizin inanması gerekir. 13 Haziran 2025 Armağan KULOĞLU KAYNAK: https://yenicaggazetesi.com.tr/


'KURUCU ÖNDER' NEYİ KURUYOR?! ABD’de düzensiz göçmen politikalarına karşı Kaliforniya merkezli patlak veren olaylar MHP’lileri pek bir sevindirdi. Sevincin sebebi; Bahçeli’nin daha 2017’de ABD’yi, “Bölgemizde fitneye mihmandarlık yapan ABD, gelecekte kendi eyaletlerinde baş gösterebilecek bağımsızlık arayışına ne diyecektir? Mesela Kaliforniya’nın ayrılma talepleri iyice somutlaşırsa ABD ne yapacaktır?” diye uyarmış olması. O dönemde fazla ses getirmeyen bu uyarı şimdi yaşananlarla örtüşünce Bahçeli’ye, “Göz odur ki dağın arkasını göre, akıl odur ki başa geleceği bile... Dediği çıkıyor” övgüleri yağdı. Sadece bu mu? Bahçeli’nin geçmişte özellikle bölgemizle ilgili yaptığı çok önemli uyarılar da hayata geçiyor. Hem de kendisinin şok katkılarıyla!.. ABD'NİN ''KÜRDİSTAN'' PLANI Bahçeli’nin o uyarılarından birisini hatırlatmadan önce tüm dikkatler “terörsüz Türkiye” kapsamındaki Suriye PKK’sına çevrildiği için dikkatlerden kaçan Barzanistan’daki gelişmeleri özetleyelim. Yirmi gün kadar önce Trump’ın ilk döneminde Dışişleri Bakanı olan CIA’nın eski direktörü Mike Pompeo, “Kürdistan” planının detaylarını paylaşıp ABD’nin, “Kürdistan bölgesine” daha fazla destek vermesi gerektiğini belirtirken şunları vurguladı: - “Sadece Kürdistan Bölgesi Hükümeti (KRG), Irak’ın toplam rezervlerinin yaklaşık üçte birine denk gelen tahmini 45 milyar varil petrole sahiptir. Ayrıca, büyük doğalgaz alanlarına ve siyasi kısıtlamalar nedeniyle henüz tam olarak değerlendirilmemiş değerli maden yataklarına da ev sahipliği yapmaktadır. Ekonomik özgürlük verildiği takdirde, Kürdistan hızla kendi kendine yeten bir ortağa dönüşüebilir ve ABD’nin stratejik konumunu, kaynaklarımızı tüketmeden güçlendirebilir.” - “Artık bu kritik dönemde ABD, Kürtleri bölgesel stratejinin bir parçası haline getirmelidir. ABD, Kürtlerin kendi kendini yönetme çabalarını baltalamaya çalışan bölgesel girişimlere güçlü biçimde karşı çıkmalıdır.” - “ABD, 2017’de Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumunun meşruiyetine saygı göstermelidir... O dönemde ABD, Irak’ın yapay istikrarını Kürt halkının arzularının önüne koymuştur. Bu, şimdi düzeltilmesi gereken bir hatadır... ABD, Kürtlerle birlikte barışçıl, müzakere edilmiş bir özerklik ve bağımsızlık sürecini desteklemelidir. Bu uzun vadeli hedef, yeni çatışmalara yol açmamak için diplomatik yollarla takip edilmelidir, ama Amerikan çıkarları açısından değerli bir hedeftir.” - “Daha bağımsız bir Kürdistan'ın stratejik faydalarını ve süregelen isyanlarının sona ermesini vurgulayarak, büyük bir Kürt nüfusu barındıran Türkiye ile diyaloğa girilmelidir.” Pompeo’nun bu açıklamalarının hikmet-i sebebi, Barzanistan Başbakanı Mesrur Barzani’nin ABD’yi ziyaretiydi. O sırada Bahçeli’nin “Serok Ahmet” lakabını taktığı Ahmet Davutoğlu da Irak’ın kuzeyinde, gırtlaklarına kadar sürecin içinde olan Barzanilere yeni açılımı anlatıyordu!.. Mesrur Barzani’nin ABD turunda neler oldu? Yine o esnada ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki bir toplantıda Irak’ın durumu, “Kürdistan bölgesinin rolü” ve İran’ın etkileri konuşuluyordu. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Kürdistan bölgesinin özerkliğinin, Amerika’nın Irak’a yaklaşımında ‘kilit unsur’ olduğunu” söyleyip, İran’ın buradaki petrol anlaşmalarını engellemeye çalıştığını bildirdi. Bu arada Mesrur Barzani ile toplam değeri 110 milyar dolar olan iki büyük enerji anlaşmaları imzalamışlardı bile. Görüşmelerinin ardından Mesrur Barzani, “Başkan Trump yönetiminin desteğini duyduk. Hem bu anlaşmaları desteklemeye, hem de her düzeyde ilişkileri sürdürmeye hazır olduklarını ifade ettiler.” ve “Peşmergelerimiz, Amerikalılarda omuz omuza terörizme karşı savaştılar. Biz dost ve güvenilir bir müttefikiz.” derken Bağdat yönetimi, yapılan anlaşmaları yasal olmadığı gerekçesiyle reddettiğini duyurdu. Mesrur Barzani ise anlaşmaların yasal olduğunu savunurken, “Federalizm, Irak için en iyi sistemdir, ancak tam olarak uygulanmıyor. Anayasaya saygı gösterilmeli.” açıklamasını yaptı. Bu arada Mesut Barzani’nin Suriye’deki Kürt tarafları birleştirme çabalarına da değinip şöyle konuştu: “Birleşik bir Kürt cephesi, Şam ile müzakerelerde daha güçlü olacak... Irak’ta federalizm kağıt üzerinde kaldı. Suriye’de de benzer bir sistemin uygulanabilirliği, Şam ile Kürtler arasındaki müzakerelere bağlı.” ABD-Barzanistan arasındaki anlaşmalara dönersek; Irak merkezi yönetimi itirazlarını yumuşatırken, Barzanistan yetkilileri, Bağdat’ın mali yükümlülüklerini yerine getirmediğini, bu anlaşmaların yalnızca ekonomik değil, “siyasi özerklik” açısından da stratejik bir adım olduğunu vurguladı... ABD Temsilciler Meclisi’ndeki bazı Cumhuriyetçi üyeler, “İran’ın kuklası haline geldiği” iddiasıyla Irak’a yaptırım çağrısında bulundu... Neçirvan Barzani ile ABD Dışişleri Bakanı Rubio arasında gerçekleşen “verimli” görüşmede; “Kürdistan Bölgesi, Irak ve daha geniş bölgedeki gelişmeler” ele alındı. Bunun öncesinde Barzani, IŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon Komutanı Kevin Leahy ve ABD’nin Erbil Konsolosu ile bir araya geldi. Görüşmede, Irak ve Suriye’deki güvenlik durumunun yanı sıra Peşmerge Bakanlığı’ndaki reform çalışmaları üzerinde duruldu... Sonrasında Irak Petrol Bakanlığı, Barzanistan’ın ABD’li şirketlerle imzaladığı anlaşmalar nedeniyle dava açtı... Beraberinde memur maaşlarının ödenmemesi nedeniyle Bağdat-Erbil arasında kriz çıktı. Barzanistan bölgesindeki 43 siyasi parti toplantı yapıp Bağdat’a tepki gösterdi... Mesut Barzani, “Irak’ta yaşanan krizlerin üstesinden gelmenin tek yolu, tüm tarafların anayasa temelinde karşılıklı saygı ve işbirliği çerçevesinde hareket etmesidir.” uyarısında bulundu... KDP Politbüro üyesi Hoşyar Zebari, “Kürdistan’a maaş ambargosunun siyasi ve planlı bir karar olduğunu” öne sürüp, “Bunun da sonuçları olacaktır.” dedi... Süleymaniye Valisi, tepki için Kurban Bayramı’nda hiçbir tören yapılmaması kararı aldı... Irak’tan çekilmeyi planlayan IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon güçlerinin Eylül sonunda “Kürdistan bölgesine” yerleşeceği bildirildi... Barzanistan Peşmerge Bakanlığı personelinin Mayıs ayı ödemelerini Uluslararası Koalisyon sağladı... Barzani Yardım Vakfı, BM Genel Sekreteri Gutterres’e bir rapor sunup, “Irak hükümetinin maaşları siyasi bir araç olarak kullandığı ve 10 yıldır Anayasa’yı uygulamadığı” şikâyetinde bulundu... Suriye’deki PKK’nın hamisi CENTCOM’un Komutanı General Erik Kurilla da Bağdat’ın tutumunun İran etkisinden kaynaklandığını savundu... Son olarak Trump, “bölgenin tehlikeli bir yer haline gelebileceği” gerekçesiyle Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nin tahliye edilmesi kararı aldı... Evet sözkonusu kararın, İsrail ve ABD’nin adım adım yaklaşan İran operasyonuyla ilgisi var... Ama, “Acaba beraberinde başka hedefler de söz konusu mudur?” diye sorup, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 2017’deki öngörüleri veya uyarılarına gelelim. BAHÇELİ YILLARCA UYARDI ABD’nin eski CIA Direktörü ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun, “2017’de Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumunun meşruiyetine saygı gösterilmelidir” dediği referandum Trump’ın ilk döneminde gerçekleştiğinde Bahçeli, “Türkiye’ye ve bölge ülkelerine karşı vandal bir tuzak kurulduğunu”, “bir asır evvel masa başında çizilen haritaların şimdi yeniden güncellenmek istendiğini” belirttikten sonra yıllarca şunlara dikkat çekti: - “Bilinmelidir ki, 25 Eylül referandumu dört parçalı büyük Kürdistan’ın ön çalışması, ön hazırlığı, ön kapısıdır.” - “Barzani’nin 25 Eylül komplosu Sevr’i canlandırma teşebbüsüdür. Bu komplo Türkiye ve komşu ülkeleri parçalama testidir.” - “Trump yönetimi Barzani’nin korsan referandumunu meşruiyet açısından sorgulamamakta, sadece zamansız bulmaktadır. ABD, hiçbir zaman Barzani’ye referandumu yapmayın dememiştir... Beyaz Saray yönetimi ikircikli ve ikiyüzlü davranmıştır... Barzani’nin arkasından itekleyenler, onu şevklendirenler Trump’ın çevresindeki karanlık yüzlerdir.” - “Barzani’nin bağımsızlık sevdası, arkasında başka bir hesap ve hazırlık yoksa, şimdilik ve zorunlu olarak beklemeye alınmış, rafa kaldırılmıştır.” - “Barzani’nin gitmesi, bölgesel hesap ve planların ertelendiği, hatta tamamen rafa kaldırıldığı anlamına gelmeyecektir.” - “Suriye'nin kuzeyinde PYD'yi silahlandıranlar, Irak'ın kuzeyinde Barzani'yi sözde bağımsızlık referandumu için cesaretlendirenler, Türkiye’de PKK’ya kol kanat gerenler, İran’ı da hedefe yerleştirmişlerdir.” GELİNEN NOKTA: İMRALI'DA BÜYÜK KÜRDİSTAN'I KURMAK MHP’liler Bahçeli’nin bu uyarılarının da -bizatihi başlattığı İmralı açılımından sonra- bir bir gerçekleşmesine sevinir mi acaba? Zaten Bahçeli’nin artık “kurucu önder” dediği teröristbaşı Öcalan da, PKK’nın sözde kongresine gönderdiği “Perspektif” başlıklı yazıda şunları söylemedi mi? “Başarıya dair inancım ve umudum yüksektir. Bunun başarıya ulaşması sadece Kürt, Kürdistan için değil bölge için de önemli başarılara yol açacaktır. Burada ulaşılacak bir başarı; Suriye, İran ve Irak’a da yansıyacaktır... Bölge konfederalizmi mutlak bir gereklilik olarak ön plana çıkıyor. İsrail-Filistin çatışması, mezhep çatışmaları, ulus devlet çelişkilerinin panzehiri demokratik konfederalizmdir.” Güya silah bırakma kararı alan PKK tek bir tabanca teslim etmemişken, gelinen son nokta şu: DEM Sözcüsü Ayşegül Doğan teröristbaşının “perspektif” metnini doğrulamakla kalmadı, “sayın Öcalan'ın, farklı siyasi partilerin temsilcileriyle de buluşması kuvvetle muhtemel. Sorunun kapsamı ve ağırlığı düşünüldüğünde, sayın Mesut Barzani, sayın Neçirvan Barzani, sayın Mazlum Abdi, sayın Kubat ve Bafıl Talabani'yle de görüşmesinin faydalı olacağını düşünüyoruz sayın Öcalan'ın. Bu görüşmeleri yapmak istediğini de biliyoruz... Bu sayın Öcalan'ın da isteği. Biz de faydalı olacağını düşünüyoruz pek çok nedenle. Farklı siyasi partilerden liderlerle, önemli şahsiyetlerle bir araya gelmesi, çok değerli. Önümüzdeki süreç açısından da gerekli.” dedi, iyi mi?! Oldu olacak; “dört parçalı büyük Kürdistan”ın, daha doğrusu “Büyük İsrail”in İmralı’da kurulacağını ilân etseydiniz bari!.. 13 Haziran 2025 Müyesser YILDIZ KAYNAK: https://12punto.com.tr/


ORTADOĞU BATAKLIĞINA GİRMEYİN DEDİK Yapmayın, Türk Ordusunun genleriyle oynamayın. Türk Ordusunu, İslami rejimlerin ordularına benzetmeyin. Türk Ordusuna TARİKAT-CEMAATLERİ sokmayın dedik, dinlemediniz. Girmeyin! Bakın Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” nasihatini iyi anlayın ve dinleyin. Dinlemediniz! Üstten İsrail ile kavga ediyor göründünüz ama masa altından İsrail ile işbirliği yaptınız. Filistin ve Gazzelileri sattınız! Küresel Çetenin emirlerini yerine getirdiniz de ne oldu? İsrail tarafından yönetilecek Bölücü Terör Devleti ve HTŞ Lider kadrosunun başında olduğu Cihatçı Terör Devleti dibimize geldi. 2 adet Terör Devleti komşumuz oldu. PKK ne mi oldu? O şimdi asker! Suriye İslam Cumhuriyeti Ordusunun askeri oldular… ABD ve Avrupa ülkelerine göre İsrail demokratik bir devlettir! Zaten Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’ne göre İsrail demokrasisinin, ABD tarafından 22 Arap ve 4 Müslüman ülke için örnek gösterilmesinin sebebi budur! İsrail, kendini Ortadoğu’nun tek lâik ülkesi olarak tanımlar. Halbuki tüm liderler ve partiler Tevrat ideolojisine taparlar. İsrail, din devletidir ve Yahudi din şeriatı ile yönetilir. İsrail devletinin tamamı Siyonizm idealine inanmıştır ve Filistin düşmanıdırlar. Ezan yasağı ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasındaki ısrar bunun kanıtıdır. İsrail, Müslüman coğrafyası içine çeşitli oyunlarla zorla sokulduğu için, varlık sebebini kargaşa-kaos-savaş stratejilerinde aramaktadır. Yaşamak için çevresindeki Müslüman devletlerin bir ve beraber olmamaları gerekmektedir. Özellikle Araplar, maddi menfaat uğruna kendi dindaşlarını satmaya, Müslümanları arkadan hançerlemeye çok müsaittirler. İsrail elbette ki bu durumdan yararlanmaktadır. Kendi gücü yetmediği zaman devreye ABD ve İngiltere girer ve İsrail’in yolunu “Demokrasi getiriyoruz” bahanesiyle ölüm ve yağma yaparak açarlar. Nasıl Yunanistan Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak kabul edilir ve her zaman korunur kollanırsa, İsrail de ABD ve İngiltere tarafından korunmaktadır. İsrail devleti nükleer silaha sahip olabilir ama hiçbir Müslüman ülke bu silaha sahip olamaz! İsrail devleti her devletin iç işlerine müdahale edebilir ama ona kimse karışamaz! İsrail’in şımarıklığının nedeni, ABD ve İngiltere’nin verdiği karşılıksız destektir. Barzani, bağımsızlık için referandum yaptı. Türkiye’nin güneyini de kapsayacak “Kürt Devletinin” kurulmasını ilk önce ve en güçlü olarak İsrail devleti destekledi. İsrailli subaylar yıllarca PKK militanlarını eğittiler ve Türk Askerlerinin ölümüne sebep oldular. İsrail devletinin “kendi güvenliği” için, bölgede ikinci İsrail olacak Kürt devletinin kurulmasına çalışmak bir haktır (!) ama Türkiye’nin bunu engellemek için PKK terör örgütüyle savaşması, tüm dünyaya en azından “İnsan hakları ihlali” olarak aktarılır! İsrail Devleti “Kürt Devleti kurulmasını” desteklediğini açıkladığında, Yahudi kökenli T.C vatandaşlarından “Vatanımızı böldürmeyiz” diye bir açıklama duydunuz mu? İsrail devleti bu yayılmacı ve saldırgan politikalarına kaynak olarak “Tevrat’ı” göstermektedir. O zaman bizde ilişkilerimizi, Kur’an-ı Kerim’deki İsrail için gönderilen 41 ayete göre mi düzenleyeceğiz? Dünya yeniden orta çağın barbar din savaşlarına mı dönsün? İstenen bu mu? İsrail’in en büyük başarısı, içten çürüteceği ülkelerde hain yetiştirmekteki becerisidir. Özellikle zayıf karakterli siyasetçileri avlamakta çok ustadırlar. Bazılarına “Yahudi Cesaret Madalyası” bile verirler. Bu madalyalar, Yahudiliğe ve Yahudilere hizmet etmiş, savunmuş, muhafaza etmiş kişilere verilir. ABD-İngiltere-İsrail kendi ülkelerindeki hainleri anında yok ederler ama kendi hesaplarına çalışan hainleri çok bonkörce beslerler… Atatürk boş yere “Yurtta sulh, cihanda sulh” dememiştir. DOĞRU Parti olarak düşüncemiz şudur; Biz kendimiz her konuda güçlü olacağız. Tarihimizden ders alarak geleceğimizi akıl-bilim ve cesaretle hazırlayacağız. Kendi barışımızı koruyacak, dünya barışına da destek olacağız. Dosta dost gibi, düşmana da düşman gibi davranacağız. Bunu yapabilmek için dürüst-bilgili-vatansever-çağdaş ve yürekli devlet adamlarına ihtiyaç var. Madalya alıp, palavradan nutuk atan ve el altından İsrail ile gizli anlaşmalar imzalayan siyaset cambazlarıyla bu işleri olmayacağını artık herkesin, özellikle üst seviyedeki bürokratların görmesi lazım. Sağlık ve başarı dileklerimle 14 Haziran 2025 Rıfat SERDAROĞLU KAYNAK: https://rifatserdaroglu.net/


BİZ DAVAMIZDAN DÖNMEDİK, ORTALIKTA "KİRİŞTEK" GİBİ DÖNENLER VAR Biz "KİRİŞTEK" gibi dönen milliyetçi kisvelilerden değiliz... "Kiriştek" karakteri ile ortalıkta dönenler 'Tek Kurucu Önder' Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e kulak vermelidir. Ne diyor Atatürk? "Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." * (1) "Bana, insanlar üstünde bir doğuş yöneltmeğe kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir." * (2) "Benim hayatta yegâne övüncüm, servetim Türklük’ten başka bir şey değildir." * (3) Milliyetçilik, milletinin değer yargılarına bağlı kalarak; onun çağdaş uygarlıklar seviyesine yükseltilmesi ülküsüdür. Ulu Önder, Başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de ifade ettiği gibi: "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." * (4) Atatürk'ün kurduğu üniter, sosyal bir hukuk devleti olan şanlı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni küresel emperyalizm desteğiyle BOP için ilga edebileceklerini, Büyük Türk Milleti'ni Türkiye'de esir edebileceklerini düşünen "dini kisveli dönme ve devşirmeler" ile "kiriştek" yapının epileptik ve şizofrenik akıllarına şaşırmamak elde değil. Partilerüstü ve Türk Milliyetçisi bir bakış açısıyla ifade ediyoruz ki; "ihanete özdeş" bir yanlışın içinde debelenip durmaktasınız. Büyük Türk Milleti'nin ayranını kabartmadan bu yanlıştan vazgeçiniz. "Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır" "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" 13 Haziran 2025 ÜLKÜ PINARI Kaynak: * (1) -1923 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 23; Atatürk’ün S.D.H, s. 126) * (2) -Atatürk’ten B.H., s. 15) * (3) -Mahmut Esat Bozkurt, Yakınlarından Hatıralar, 1955, s. 95 * (4) -İlköğretim Mecmuası, Cilt: 4, Sayı:61, 1940


TRUMP DA ÜMİT ÖZDAĞ GİBİ TUTUKLANACAK MI? Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, aylar sonra ilk duruşmaya çıkarıldı ve ABD’nin geliştirdiği ve Suriye’den Türkiye’ye uyguladığı stratejik göç mühendisliği konusunda adeta bir konferans verdi. Özdağ, “Ben yıllardan bu yana Stratejik Göç Mühendisliğini gerçekleştiren emperyalizmin, ülkemizi istikrarsızlaştırma programı ile mücadele ediyorum. Ve ne yazık ki; küresel göç çağında, ülkesine yönelik kontrolsüz göçe karşı çıktığı için bütün dünyada tutuklanan tek politikacıyım.” dedi... *** Bugün Avrupa Birliği ve ABD, kendilerine yönelik göçü durdurmak için olağanüstü bir çaba içindedir. Öyle ki Avrupa Birliği, Suriyelileri Türkiye’ye geri göndermek için para karşılığında geri kabul anlaşması yapmıştır. Özdağ da bunu hatırlatarak “Milyonlarca sığınmacı ve kaçağı sorgusuz sualsiz ülkeye doldurdukları gibi geri kabul anlaşması adında garip bir anlaşma ile Avrupa’ya nereden geldiği belli olmayan, ne idiği belirsiz kaçakları da ülkemize kabul ettiler.” dedi. Ümit Özdağ’ın duruşmaya çıktığı gün, Los Angeles olaylarına denk geldi. Grok’a göre Olayların asıl sebebi ABD Başkanı Trump’ın göçmenleri zorla veya çeşitli baskılarla geri gönderme politikasıdır. Trump, Meksika sınırına duvar bile ördürmüştür. Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi, Los Angeles'ın çeşitli bölgelerinde yasa dışı göçmen çalıştırdığı iddia edilen iş yerlerine yönelik eş zamanlı baskınlar düzenlemiştir. Bu operasyonlarda yaklaşık 44-118 düzensiz göçmen gözaltına alınmıştır. Operasyonlar, Trump'ın “toplu sınır dışı etme” vaadine uygun olarak hızlandırılmıştır. Beyaz Saray Sözcüsü Kush Desai ise konuya ilişkin yaptığı yazılı açıklamada "Hiçbir vergi mükellefi, ülkemizin çöküşünü finanse etmeye zorlanmamalı. Ancak California, enerji karşıtı, suç yanlısı, çocukları sakatlayan ve sığınak şehirleri destekleyen politikalarıyla tam olarak bunu yapıyor." ifadelerini kullandı. Desai, Trump yönetiminin "bu kabusa son vererek California rüyasını yeniden hayata geçirmekte kararlı olduğunu" vurguladı. *** Ümit Özdağ, görünürde Türkiye’deki sığınmacılara düşmanlık yaptığı iddiasıyla yargılanıyor... Özdağ bu konuda Suriyelilere hitaben, “Biz sizin düşmanınız değiliz. Aslında biz sizin gerçek dostlarınızız. Çünkü biz Zafer Partisi olarak, Suriye'nin bölünmemesini istiyoruz.” dediğini hatırlattı ama tutuklanmasının asıl sebebini şöyle anlattı: “Burada bulunmamın, Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile hakkımda dava açılmasının, 21 Ocak’ta Ankara Başsavcılığı’nın 11 iddianame hazırlamasının nedeni; PKK terör örgütü baş yöneticisi A. Öcalan ile yürütülen görüşmelere eleştiriler yöneltmemdir. PKK terör örgütüne güvenilmeyeceğini düşünmemdir. PKK’nın ancak dizleri üzerine çökerek, teslim oluyorum demesi durumunda muhatap alınması gerektiğini savunmamdır. Bu gerçeği bütün dünya ve büyük Türk Milleti biliyor. Tarih böyle kaydedecek. 100 sene sonra tarih kitaplarında ‘Ümit Özdağ, Kayseri’de olayları kışkırttığı için yargılandı’ diye yazmayacak. ‘PKK’ya güvenmeyin, Anayasayı değiştirmeyin dediği için yargılandı’ diye yazacak.” *** Özdağ, “Ülkemize yönelik bu Stratejik Göç Mühendisliğinin iki hedefi vardı. Birinci hedef; Suriye’nin kuzeyindeki Arap nüfusu kuzeye, Türkiye’ye itmek ve boşalan coğrafyayı PKK-YPG’nin denetimine vermekti. Bu hedefe ne yazık ki büyük ölçüde ulaşıldı. Eğer 15 Temmuz sonrasında Fırat Kalkanı ve Afrin Hareketleri yapılmasa idi PKK/PYD’nin Lazkiye’ye kadar ulaşması mümkündü. İkinci hedef ise Türkiye’nin demografik yapısını bozmaktı, Emperyalizm bütün çabasına rağmen ülkemizde iç karışıklık çıkaramadı. PKK’nın yaptığı provokasyonlar, katliamlar Aydınlı ve Hakkâriliyi, Şırnaklı ile Tekirdağlıyı karşı karşıya getiremedi. Çünkü hepimiz aynı milletin evlatlarınız. Emperyalistler; Türkiye’nin iç dinamiklerinin Türkiye’yi bir kaosa, iç çatışmaya sürüklemeyeceğini anlayınca; Suriye ve Afganistan gibi iç savaş yaşamış toplumların travmalı insanlarını ülkemize getirerek, bu insanlar üzerinden ve onların içine gizledikleri unsurlar ile sosyal ve politik kaosu tetiklemeyi hedeflediler” dedi. *** Şimdi Türkiye’deki mantıkla hareket edilse, Trump’ın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten öteye göçmenlere haksız tutuklamalar yapması yüzünden yargılanması gerekiyor... Tabii ABD yönetimi stratejik göç mühendisliği uyguladığı için Türkiye’ye karşı su işlemiştir ama kendi ülkesini de korumaya çalışmaktadır. Kısacası, Ümit Özdağ’a açılan dava bu kadar haksızdır ve Türkiye’ye yakışmıyor... 13 Haziran 2025 Arslan BULUT KAYNAK: https://yenicaggazetesi.com.tr/


‘PROGRAM ÇALIŞIYOR’ EZBERİ SIKMADI MI? Tutuklamanın peşin ceza olarak uygulandığı, seçilmişlerin cezaevinde tutulduğu, yüzbinlerce vatandaş oyunun hiçe sayılarak yönetimlerin aritmetik çoğunlukla ele geçirildiği bir ülkede Hazine’yi ve Maliye’yi yönetiyor Mehmet Şimşek. Seçmen iradesinin gasp edildiği, yolsuzlukların sorgulanıp denetlenmesinin 2019 öncesine uzanamadığı bir ülkede ihale mevzuatında reformdan söz ediyor bir de Herkesin kendisini her an cezaevinde bulabileceği bu rejim, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in medya ve toplumla iletişimini kolaylaştırıyor olmalı. Fark etmişsinizdir, enflasyondan arındırılmış faiz misali, Bakan Şimşek’in konuşmaları toplumun canını yakan bütün sorunlardan arındırılmış ifadelerden oluşuyor. Niye? Çünkü kimse ona canını sıkabilecek sorular sormuyor, soramıyor. Daha doğru anlatımla, bu nitelikteki ortamlar ve koşullarda bulunmuyor Bakan Bey. Dün çıktığı NTV canlı yayınında da karşısında deneyimli bir meslektaşımız olmasına rağmen yine kendi çizdiği çerçevede, kendi söylemek istediklerini anlattı Şimşek. Program genel anlamda öngördüğü çerçevede sonuç veriyormuş, iki şoktan çıktığı için rüştünü ispat etmiş. Programın temel hedefi, enflasyonu kalıcı şekilde tek hanelere indirmekmiş. Düşmekte olan enflasyon düşmeye devam edecekmiş. Tedavi yan etkisiz olmazmış İki yıldır dinlediğimiz çerçeveye yenilik getirmek şöyle dursun, taahhütler açısından çok daha geri bir hatta düşmüş değerlendirmeler yapıyor. Daha kötüsü ülkeye uzaktan bakan, “gözden geçirme” ziyaretleri için belli aralıklarla ziyaret edip rapor yazan uluslararası teknokratlarınkine benzer o tanıdık üslubunu sürdürüyor Hazine ve Maliye Bakanı. Neymiş, hiçbir tedavi yan etkisiz olamazmış. Evet, IMF programına özgü “reçete” kelimesini kullanmıyor ama o anlama gelen “tedavi”den söz etmesi Şimşek programının neye yaradığını bize bir kez daha anlatıyor: “Bazı sorunlar olduğunun farkındayız.” Bazı sorunlar… Sadece bu ifadeyi duyunca, vatandaşın derdine, yoksulluğuna az da olsa değindi sanabilirsiniz ama kastettiği reel sektör. Finansmana erişim sıkıntılarını daha önce dile getiren reel sektör temsilcilerine cevap niteliği taşıyor bu değerlendirmesi. Halkın sorunlarına dolaylı değindiği, “Bütçe açığı nispeten yüksek seyrediyor, ama deprem yaralarını başarılı bir şekilde sarıyoruz” ifadesi ise deprem bölgesinde konteynırlarda temel altyapıdan uzakta zorluk içinde yaşamaya çabalayan vatandaşın gerçekliğinden uzaklığını gösteriyor sadece Şimşek’in. Makroekonomik verilerdeki “düzelme”leri anlattığı kısımlarda, şu basit sorunun cevabına dair hiç iz yok: “Ne pahasına?” KKM’yi kim icat etti? Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, 15 milyar doların altına inen Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) yakında sona ereceğini de söyledi. Ama bu zaten defalarca açıklanmış bir gelişme. Bundan daha önemli olan, KKM’yi kimlerin neden icat ettiğine dair tek kelimenin olmayışı. “KKM’yi muhalefet partileri mi icat edip uyguladı da size enkaz bıraktı?” sorusuyla muhatap olmayacağını bilmenin konforu böyle bir şey. Tam da bu konfor nedeniyledir ki, göreve geldiğinde ve izleyen aylarda, tek haneli enflasyon ve önemsediği diğer bütün hedefler için 2025 yılını gösteren Şimşek, artık 2026 ve 2027’yi sıkça vurguluyor. 2026, refah artışının daha iyi hissedildiği, fiyatların çok yavaş arttığı bir yıl olacakmış. Tutuklamanın peşin ceza olarak uygulandığı, seçilmişlerin cezaevinde tutulduğu, yüzbinlerce vatandaş oyunun hiçe sayılarak yönetimlerin aritmetik çoğunlukla ele geçirildiği bir ülkede Hazine’yi ve Maliye’yi yönetiyor Mehmet Şimşek. Seçmen iradesinin gasp edildiği, yolsuzlukların sorgulanıp denetlenmesinin 2019 öncesine uzanamadığı bir ülkede ihale mevzuatında reformdan söz ediyor bir de. Peki öyle olsun. Bakan Şimşek’e kendisini konforlu biçimde ifade edeceği medya mı yok? Ama milletin canı burnundayken “program çalışıyor” ezberi ziyadesiyle sıktı, hatırlatmış olalım. Daha az sıkıcı olmak içinse kapsamı geniş bir basın toplantısından başlanabilir. 13 Haziran 2025 Çiğdem TOKER KAYNAK: https://t24.com.tr/


İRAN KARŞI SALDIRIYA GEÇTİ! TEL AVİV 'DE DUMANLAR YÜKSELİYOR... İsrail ordusu İran'dan füze atıldığını ve hava savunma sistemlerini etkin hale getirdiğini açıkladı İsrail, İran’ın 15 nükleer bomba üretmeye hazırlandığını öne sürerek Tahran dahil birçok kente hava saldırısı düzenledi. Saldırıda sadece Tahran'da 78 kişi hayatını kaybetti. İran ise misilleme olarak İsrail'e 100 İHA fırlattı. Çatışmaların yoğunlaşması üzerine İsrail yurt dışındaki tüm elçiliklerini kapattı. İran, İsrail'in İsfahan'da nükleer tesis ve Tahran dahil olmak üzere diğer 4 şehri vurmasının ardından misilleme saldırısı gerçekleştirdi. İran'ın saldırısı İsrail'in Demir Kubbe'sini deldi. İsrail'den vatandaşlarına sığınak uyarısı İsrail ordusu tarafından hava savunma sistemlerinin füzeleri önlemeye çalıştığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail vatandaşlarına sığınaklarda kalmaları çağrısı yapıldı. Ayrıca, İsrail'deki cep telefonlarında uyarı alarmları çalarak, "sığınaklara gidilmesi" talimatı gönderildi. İsrail'den ilk açıklama İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, İran’ın çizgiyi aştığını söyledi. Katz, açıklamasında “İsrail vatandaşlarını savunmaya devam edeceğiz ve Ayetullah rejiminin bu çirkin saldırının bedelini ağır şekilde ödeyeceğinden emin olacağız. İran çizgiyi aştı, sivillere karşı saldırısının bedelini ağır ödeyecek” ifadelerini kullandı. 13 Haziran 2025 KAYNAK: https://gazetepencere.com/


İNGİLTERE BAŞBAKANI STARMER'DAN NETANYAHU’YA "GERİLİMİ DÜŞÜRÜN" ÇAĞRISI İngiltere Başbakanı Starmer, İsrail Başbakanı Netanyahu ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde bölgedeki tansiyonun düşürülmesinin önemine dikkat çekti. İngiltere’nin yeni Başbakanı Keir Starmer, göreve geldikten sonra İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi. Görüşmede bölgesel güvenlik, insani yardımın ulaştırılması ve çatışmaların sona erdirilmesine yönelik adımlar ele alındı. Starmer, Gazze ve çevresindeki gerginliğin daha da tırmanmaması gerektiğini belirterek, tüm taraflara itidal çağrısında bulundu. İngiltere Başbakanlık Ofisi 10 Numara'dan yapılan yazılı açıklamaya göre, Starmer ve Netanyahu telefonda görüştü. İsrail'in meşru müdafaa hakkını desteklediğini belirten Starmer, İran'ın nükleer programından duyduğu endişeyi dile getirdi. Starmer, tüm bölgenin istikrarı için tansiyonun düşürülmesi ve diplomasiye alan açılması gerektiğini vurguladı. İSRAİL, İRAN'DA BİRÇOK KENTE SALDIRI DÜZENLEDİ İsrail, sabaha karşı İran'ın başkenti Tahran, Tebriz, İsfahan'daki Natanz Nükleer Tesisi ile Loristan, Kirmanşah, Şiraz, Huzistan, Hemedan ve Kum kentlerine saldırılar düzenlemişti. Natanz'daki nükleer tesiste sızıntı olmadığı bilgisi verilmişti. Saldırılarda, İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, Hatemul Enbiya Merkezi Karargah Komutanı Gulamali Reşid, Devrim Muhafızları Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade dahil üst düzey askeri yetkililer ile 6 nükleer bilim insanı hayatını kaybetmişti. İsrail'in Tahran'daki saldırılarında sivil yerleşim yerleri de vurulurken, aralarında kadın ve çocukların da olduğu 78 kişinin yaşamını yitirdiği, 329 kişinin de yaralandığı belirtilmişti. Tebriz'deki saldırılarda da şu ana kadar 8 kişi hayatını kaybetti, 12 kişi yaralandı. Tahran dahil olmak üzere saldırılar aralıklarla devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a saldırı düzenlediklerini belirterek, "tehlike ortadan kalkana kadar" saldırıların süreceğini söylemişti. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ülkede olağanüstü hal ilan ettiklerini duyurmuştu. İsrail ordusu, saldırılara 200'den fazla savaş uçağının katıldığını açıklarken, insansız hava araçlarının da kullanıldığı kaydedilmişti. 13 Haziran 2025 KAYNAK: https://karar.com/


Gaziosmanpaşa’da skandal: Başkanvekili bankamatik memuru çıktı https://12punto.com.tr/siyaset/galeri-gaziosmanpasada-skandal-baskanvekili-bankamatik-memuru-cikti-89643


DÜNDAR TAŞER, VEFATININ 53. YILDÖNÜMÜNDE ANILIYOR... 'Büyük Ülkü' devi Dündar Taşer'i özlemle, saygıyla, sevgiyle ve rahmetle anıyoruz. Ruhu şad, mekanı cennet olsun🤲 Çok önemli ve anlamlı bir not olduğu için 'Ötüken Neşriyat'ın Dündar Taşer Açıklaması' olarak aşağıdaki metni aynen yayınlıyoruz. "Dündar Taşer… O’nu ilk defa görenlerde bıraktığı intiba, bir Osmanlı beyefendisi ile karşılaştıkları oluyordu. Ama Taşer, bundan çok daha fazlası idi. O’nu tek bir vasıfla ifade etmek o kadar zor ki! Bir gönül adamı mıydı, bir dava adamı mıydı, bir idealist miydi? Taşer şüphesiz, bunların hepsi idi. Efendiliğiyle, tevazuuyla, hoş sohbet oluşu ve nezaketiyle her konuştuğu insanı tesiri altına alan, onda saygıyla karışık bir hayranlık uyandıran bir şahsiyetti. Şahsî meziyetlerinin yanında, bir dava, bir ülkü adamıydı. Meziyetleri ile inanç ve ideallerini şahsında bütünleştiren, inandığı gibi yaşayan bir insandı. Kendisini ‘’Büyük Türkiye’’ idealine adamıştı. O’nu bu kutsal yolculuğu sırasında kaybettik… Ve bu, hayli erken bir kayıptı. Ölümüyle, Türk Milleti değerli bir evlâdını, Türk milliyetçiliği bir mücahidini ve dostları bir ‘’insan-ı kâmil’’i kaybetmişti. Erol Güngör, ‘’Ölümün en güzel tarafı, onun sohbetlerine yeniden kavuşmak olacak’’ demişti. O gün gelinceye kadar O’nu çok özleyeceğiz…" Dündar Taşer, 15 Mayıs 1925 tarihinde Gaziantep'te doğdu. 13 Haziran 1972 tarihinde elim bir trafik kazası sonucu Ankara'da vefat etti. 27 Mayıs Darbesini gerçekleştiren 38 kişilik Millî Birlik Komitesi üyesi, emekli kurmay binbaşı. 13 Kasım 1960 tarihinde Millî Birlik Komitesi tarafından görevinden alındı. 14'lerden biri olan ve Fas'a "görevli diplomat" olarak gönderildi. Türk Milliyetçiliği'nin ideologlarındandır. 13 Haziran 2025 ÜLKÜ PINARI
