qroniqa
qroniqa
February 8, 2025 at 02:47 PM
Liyakatsiz Toplumlarda Tarihin Tekerrür Eden Çığlığı "El Salla Arif" 
Tarih, Sadece Kaybedenlerin Değil, Görmeyi Reddedenlerin Tekerrürüdür Bir ülke düşünün… Duvarları çatlamış, temelleri sarsılmış, vicdanı enkaz altında. Bir ülke düşünün topraklarında, yaşadığı trajediler tekrar tekrar sahneleniyor: Liyakatsizlik, medeniyetlerin kendi küllerini savurduğu yangının ilk kıvılcımıdır. Bir çöküşün ilk işaretidir… Roma’nın yoz senatörleri, Cicero’nun "Adalet, devletin ruhudur" çığlığını duymazdan geldiğinde, imparatorluk küllerini barbarlara bıraktı, Galya’nın barbar çizmeleri Senato’yu çiğnedi. Osmanlı, İbn Haldun’un "Adalet yoksa devlet de yoktur" uyarısını sarayın altın kubbelerinde boğduğunda, ilmiye sınıfı, rüşvetle kemirildiğinde, rüşvet’in kurtları devlet ağacını kemirdi. Fransız Devrimi’ni tetikleyen, aristokrasinin kayırmacılığı, liyakatsiz şatafatıydı. Hepsi, insan eliyle yoğrulan bir çürümüşlüğün yansımasıydı. Şimdi bizim hikâyemiz, farklı değil aynı kara yazgının devamı: Zihniyet değişmedikçe tarihi tekerrür ettiren kara miras. Deprem denilen, binlerce yıldır doğanın ve herkesin haykırdığı o gerçekliğe gözlerini yuman liyakatsiz bir yönetim, hazırlıksızlığın bedelini on binlerce canı, dondurucu soğukta günlerce yükselen imdat çığlıklarını toprağın karanlığına gömerek ödedi. Sorumluluğun Reddi ve Çürüyen Toplum Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir." (Nisa Suresi, 79) Bu Ayet-i Kerime ile Allah’ın merhameti bize irade’mizi ve sorumluluğumuzu hatırlatırken, biz irademizi ve sorumluluğumuzu kader’in karanlık bir köşesine hapsedecek kadar dinin yani ahlakın gerçekliinden uzaklaştık ve yozlaştık. İbn Haldun, Mukaddime’de çöküşü şöyle tarif eder: "Devletler de insanlar gibi doğar, yaşar ve ölür. Ölüm sebebi ise adaletin yok oluşudur." Depremde yıkılan binalar, sadece müteahhitlerin değil; doğa’nın hiç değil, İlahi takdirin ise hiç mi hiç değil, liyakati rant’a, adaleti ise bu rantı sağlayacak ve sürdürecek siyaset’e satan yozlaşmış bir zihniyetin eseridir. İktidar bir halkın menfaatleri dağıtması için yetkili kıldığı otoritedir. Menfaat ise, kültürdür; en geniş anlamıyla, bir toplumun kültürel değerlerini, inançlarını ve yaşam biçimini kapsar. Allah'ın "emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun" emrine uymakla erişilebilecek ilahi rızayı menfaat edinmek yerine, bina yapılmayacak bir zemine, deprem şartlarına uymayacak şekilde inşa edilen binaların, kaçak yapılara ruhsat verilmesinin, imar affı getirilmesinin menfaat edinildiği bir yozlaşmanın iktidarı… İşte bıu iktidarı, halkın hakanniyet üzerine menfaatlerini korumak yerine, yozlaşmış bu kültürün çıkarlarını düşünen bir yapıya dönüştüğünü çok acı bir şekilde yaşadığımız her trajediin perdesini aradlığımızda görüyoruz. Tarih, bize şunu öğretir: Hiçbir afet, salt doğanın eseri değildir. Pompeii’yi yok eden Vezüv yanardağının lavları değil, kehanetlere ve uyarılara kulak tıkayan, Spartaküs’ün isyanını görmezden gelen yöneticilerin liyakatzi ve adaletsiz varlıklarını bastıtırcasına yaşadıkları kibirleriydi. 1755 Lizbon Depremi’nden sonra Voltaire, Candide’de "En iyi dünya bu mu?" diye sorarken, Candide’nin masum gözleriyle ihmal’in insan eliyle dokuduğu kefeni gösteriyor, aslında liyakatsiz yönetimlerde ihmal’in insan eliyle yarattığı trajediyi sorguluyordu. Bizim depremimiz de aynı acı ironyi taşıyor: Enkaz altında kalan, sadece canlarımız değil; kültürel yozlaşmanın cenderesinde ahlaki sorumluluklarımız da enkaz altında kaldı. “El Salla Arif" ve Adaletin Tiyatrosu: Siyasetin Maskeli Balosu Tarihin tekerrür ettiği sahneler, kayırmacılık, liyakatsizlik ve adaletsizlik ile yoğrulmuş bir labirent. Bu labirentin tek bir çıkışı hep bir çöküş hikayesi. Rönesans’ta Mediciler, sanatçıları değil sadık hizmetkarları, sanatı yani liyakati değil sadakati yani yozlaşmış menfaati ödüllendirdi. Osmanlı’da şeyhülislam makamı, ilim’den çok siyasi angajman’la doldu. Padişah hocası makamı, liyakat değil yakınlık ile doldu… Ancak hiçbiri, modern bir hukuk devletinde kameralar önünde "El salla Arif!" diye haykıran bir siyasetçi kadar pervasız değildi. Weber’in rasyonel bürokrasi idealinin yerini, torpil’in açık şovu aldı. Adalet, siyasetin kulislerinde makyajlı bir tiyatro oyuncusuna dönüştü. Kafka’nın Dava’sındaki absürt bürokrasi’ye benzedi en çok: "Adalet, bize hizmet eden bir şakadan ibaret." Hannah Arendt, kötülüğün sıradanlığı’ndan bahsederken tam da bunu kastediyordu: "Arif"in el sallaması, yaşadığımız çürümenin, yozlaşmanın bu toplumda nasıl sıradanlaştığının, rutinleştiğinin, günlük ritüelinin bir kanıtı. İşte bu sahne, aslında her şeyin özeti: Liyakatsizlik, bu ülkede artık bir kusur değil, sistematik bir kültür. Tocqueville, Demokrasi Amerika’da eserinde şöyle uyarır: "Zulmün en tehlikelisi, halkın onu kanıksamasıdır." Bizim trajedimiz de bu: Depremde ahını gökyüzüne yollayanlar, bugün "El Sallayan Arif"lerin koltuk/makam sevincine sessiz. Çünkü bu ülkede yaşadığımız yozlaşmayı sulayan üç zehirli kuyu var: 1. korku (kutsalın tahrifi), Din, itaat’in kırbacına dönüştü. 2. umutsuzluk (imanın tahrifi), İtimat ve güven yalandan menfaatlerin kumsalında kayboldu 3. ve cehalet (ahlakın tahrifi) Hakikat, yalan’ın gölgesinde boğuldu. İşte bu üç kuyudan sulanan yozlaşma üçgeninde, hesap sormak imkansız hale geldi. Zweig, Dünün Dünyası’nda şöyle yazar: "Çöküş, bir gecede olmaz; yavaş yavaş zehirlenirsiniz." Tekerrür eden tarih de bize hep aynı mesajı verir, liyakatsizlik’in zaferini hep aynı sonla yazar: “Çöküşler, liyakatsizliğin zaferiyle başlar. “ Roma’yı barbarlar değil, yozlaşmış senatonun yolsuzlukları yıktı. Osmanlı’yı dış güçler değil, içerideki çürüme, rüşvet ve kayırmacılık bitirdi. Bugün "Arif"lerin el salladığı sahneler de yarının tarih kitaplarında, utanç sayfalarında "Bir toplum nasıl intihar etti?" sorusunun cevabı olacak. Ancak tarih, sessiz çoğunluk’un utançlarını değil, isyankâr azınlık’ın zafer hikâyelerini de yazar: Sokrates’in baldıran zehri, Galileo’nun "Yine de dönüyor!" çığlığı, Mandela’nın hücresinden yükselen umut… Hz. Muhammed (a.s) ‘ın hicreti… Bizse henüz Nâzım Hikmet’in "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür" dizelerindeki cesareti bulamadık. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine…" Saramago’nun Körlük’ündeki gibi: "Görmeyi reddedenler, enkaz altında kalır." 2 yıl önce depremde binlerce canımız enkaz altında kaldı Görmediğimiz için… Çünkü liyakatsiz bir dünya, ne hürriyet ne kardeşlik tanır. Sadece enkaz bırakır. Hasan Talu
👍 ❤️ 💯 🙏 10

Comments