qroniqa
qroniqa
February 10, 2025 at 05:37 AM
Vay Gavur, Devlet Arabasıyla Yemek Yemeye Gidilir mi? Avustralya’da Yeni Güney Galler Eyaleti Ulaştırma Bakanı Jo Haylen makam aracıyla öğle yemeğine gidiyor. Halk bunu kabul etmiyor. Yer yerinden oynuyor. Gelen tepkiler üzerine Bakan hatalı olduğunu dile getiriyor, özür dileyerek istifa ediyor. "Hatalar yaptım, insan kusursuz olamaz. Kuralları çiğnedim fakat buradaki tek meselenin bu olmadığını kabul ediyorum. Halkı hayal kırıklığına uğrattım ve bunun için çok üzgünüm. Biz bir önceki hükümetten daha iyi olmak için seçilmiştik" Alın size nitelikli demokrasilerinin “hesap verebilirlik” konusundaki katı refleksiyle toplumun değer yargılarının aynası olan tertemiz bir istifa.. Bu tertemiz istifa, demokrasinin nabzının sağlıklı attığı ülkelerde “kamu hizmeti”nin nasıl kutsal bir emanet sayıldığının kanıtı. Bir makam aracının özel işlerde kullanılması, hak hukuk bilen Avustralya halkı için sadece kural ihlali değil; kamusal güvenin zedelenmesi anlamına geliyor. Bakanın, “Biz bir önceki hükümetten daha iyi olmak için seçilmiştik” sözleri ise siyasetin özünü hatırlatıyor: İktidar, halkın teveccühüyle kazanılan bir emanetse, bu emaneti taşıyanların omuzları da ağırlaşmalı. Ama ne yazıktır ki ülkemizdeki siyasi kültür, bu tür “hassasiyetleri” egzotik buluyor. Makam uçağıyla pikniğe gidenler, devlet imkânlarını kişisel çıkarlarına alet edenler, “ezan susmaz, bayrak inmez” edebiyatının arkasına sığınarak kendini aklama refleksi geliştirmiş. Bizde itibar, liyakat ve dürüstlükten ziyade; makamların, protokollerin debdebesi, konvoyların uzunluğu, sarayların görkemiyle ölçülüyor. “İtibardan tasarruf olmaz” söylemi, aslında “gösterişten vazgeçilmez” anlamına evrilmiş, kamusal kaynakların kişisel ihtişam için seferber edilmesine kılıf olmuş. işte Haylen’in istifası da itibarın gerçekte nasıl kazanıldığını gösteren bir manifesto gibi. Avustralya halkının ahlak anlayışı, siyasetçilerinden hatasız olmalarını değil, hatalarıyla yüzleşmelerini bekliyor. Bu ahlak anlayışı ile hareket ederek, demokrasinin sadece sandıkla sınırlı olmadığını, sokakta, medyada, toplumsal vicdanda sürekli denetlenmesi gerektiğini ortaya koyuyorlar. Ama ne yazık ki ülkemizde “bal tutan parmağını yalar” zihniyeti, kamunun kaynaklarının kişisel menfaate açık bir ziyafet sofrasına dönüşmesine yol açmış durumda. Siyasetçiler, halkın değil, devletin imkânlarını kullanırken kendini “milli ve dini değerlerin koruyucusu” ilan ederek, eleştirileri manipüle edebiliyor. Avustralya’da bir bakan, makam aracını özel amaçla kullandığı için halkın önünde eğiliyorken ülkemizde kamu kaynaklarının kişisel kullanımı, “devlet geleneği” kisvesi altında gayet normal. İşte bu çarpık anlayış, toplumun ahlaki duyarlılığını da aşındırıyor. Aşına aşına yozlaşan seçmen, yolsuzluğu değil, “hizmeti” önemsediğini söylerken, iktidarın şatafatını “güç” zannediyor. Bu kısır döngüyü kırmak, ancak siyaseti ahlakın gölgesinde yeniden tanımlamakla mümkün. “İtibardan tasarruf olmaz” söylemi, kamusal kaynakların hesap verebilirlikle kullanıldığı bir sistemde anlam kazanır. Aksi takdirde, bu cümle; şatafat meraklısı, liyakatsiz ve gösteriş düşkünü, müsrif bir siyasi elitin savunma mekanizması olmaya mahkûm. Ve Avustralya’da bu istifa, halkın siyaseti terbiye etme gücünü gösterirken; alım gücümüzü, paramızın değerini, insanca yaşam koşullarını, fırsat eşitliğini, adaleti, liyakati, toplumsal maneviyatı yerlerde süründüren sorumluların pervasızca sürdürdükleri şatafat, bu terbiyeden ne denli uzaklaşıldığımızın, yozlaştığımızın kanıtı. Toplum olarak Erdemin İktidarı İçin siyaseti, yeniden tanımlamak zorundayız. Siyasetin sadece koltuk ve iktidar mücadelesi olmadığını, aynı zamanda bir ahlak ve erdem meselesi olduğunu ortaya koyan bir topluma dönüşmeliyiz. "İtibardan tasarruf olmaz" söyleminin, "bal tutan parmağını yalar" zihniyetiyle dans ettiği bu çürümüş düzende, önce kendimize bir ayna tutmalıyız, bir vicdan muhasebesi yapmalıyız: İtibar, devlet kasasından (geleceğimizden) çalınan şatafatlarla değil, maddi manevi refah içerisinde bir toplumla sağlanır. Yozlaşmış değerlerle köklü bir hesaplaşmaya girişmediğimiz sürece, kamusal serveti saltanata çevirenlerin "milli-dini" kılıfları, vicdanlarımızı susturmaya devam edecek. Ancak bu muhasebeyi yaptığımızda, "itibar" denen kavramı yeniden tanımlayabiliriz: Parmaklarımızı yaladığımız bal, halkın emeğinden değil; adaletin, şeffaflığın ve liyakatin tertemiz peteğinden süzülmeli. İşte o zaman, iktidarın sarayları değil, erdemin ışıltısı yükselen bir toplumda, gerçek itibarın nefes aldığını görebiliriz. Hasan Talu
👍 ❤️ 💯 😢 11

Comments