qroniqa
February 13, 2025 at 04:59 AM
İnsanlığa Meydan Okuyan Zalimler Karşısında
Yüreklerimize gereken tek cesaret Adil Olmak
Bir çağ ki, iletişim araçları, bizi tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kainatın her köşesine dokundururken, bu dokunuşlarımız bir sis perdesinin ardında, oruçlu birinin yemekten uzaklaşması gibi hakikatten uzaklaştığımız bir "sanal oruç"a dönüşüyor; bu sonsuz bağlantı çölünde yürekler ıssız, zihinler susuz. İnsan, hakikatten kaçmanın yalnızlığına hapsolmuş, ekranların arkasına gizlenmiş bir mahkum gibi, dünyanın çığlıklarını bir dizi izler gibi tüketiyor. Bir çocuğun parçalanışı, bir şehrin yerle bir edilşi, bir halkın feryadı Netflix’te bir dizi filmini tüketmek gibi “sonraki bölüm” tuşuna bastığımız an hafızadan siliniyor. Bir çağ ki yaşadığı bütün trajedilerin perdesi; hakikatle temasın, yapayalnız bıraktığı; yalanların, yalandan insanların konforun sıradanlığında soluk soluğa kaldığı…
Hakikat, ekserisi yozlaşmış toplumlarda sosyal bağların, yozlaşmış aidiyeterin sıcaklığından uzakta, kocaman bir yalnızlıktır. Hakikate yönelen insan yoz sürünün dışında kalmakla yüzleşir. Kalabalıkların rahatlık ve konfor sunan yalanları mı, yoksa hakikatin beraberindeki yalnızlık mı? Hakikatle hareket etmeyi düşünen insan olmanın bedeli, insanın kendi yalnızlığına cesaret edebilmesidir. Hakkaniyeti yağmalamış bir çıkarın etrafında adaleti terkederek toplanmış yığınların "sürü ahlakı"nı, “köle ahlakı”nı reddeden her insan, toplumun zincirlerini kırmak için önce kendi yalnızlığına adım atmak zorunda.
Peygamberimiz de Mekke’nin putperest kalabalıklarına karşı Hira Mağarası’nda yalnızlığı seçmişti. Onun inzivası, bir “kaçış” değil, kalabalığın putlarını kıracak bir bilincin mayalandığı bir direniş hücresiydi. Hakikat arayışı, insanı toplumun dokuduğu ağlardan sıyırır. İnsan, toplum içinde anlam arar ama gerçek anlamı bulmak için ondan kopmalıdır. Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hira’daki inzivası da yozlaşmış bir düzenin içinde filizlenen ama o yoz düzenden köklerini koparan bir başkaldırıydı. Putperest bir düzenin çürümüş kabullerine kökten bir meydan okumaydı. Kalabalıkların putlarını yıkmak için Adil’e sığınarak yapılan bir tefekkürdü… Çünkü yozlaşmış bir düzen, ancak onun dışına çıkan bir bilinçle yıkılabilirdi. Bugün de benzer bir yalnızlık, dijital mağaralarda kaybolmuş önümüzde duruyor: Hakikati seçmek, konforun yalanlarından, yalandan insanlarla örülmüş sahte aidiyetlerden, cemaatlerden, cemiyetlerden vazgeçmek demek.
Yozlaşmış bir toplumun değerleri “güçsüzlerin intikamıdır”. Hakikatten bağını koparmış her zihin zayıftır. “Köle ahlakı” ile hareket eden işte bu zayıflar, hakikati çarpıtarak kendi varlıklarını meşrulaştırır. Evet “köle ahlakı”: Yozlaşmış bir sistemin içinde, yozların güçsüzlüklerini erdeme dönüştürme çabası. Zira linç kültürü, lanet kültürü, yattığı yerden salt dua kültürü, slogan atma kültürü, konfor alanından çıkmadan boykot kültürü işte bu güçsüzlerin gücü ele geçirme çabasıdır. Acizlerin, korkakların, yalancıların, sahtelerin cılız mı cılız çabaları… Sosyal medyadaki “sanal linç kültürü”, “sanal lanet kültürü”, “sanal dua kültürü” işte bu yoz intikamın dijital bir tezahürü: Heybesinde hakikat olmadığı için anlamını bilmediği bir suçluluk duygusuyla suçu yargılayan kalabalıklar, aslında kendini (suçluyu) kamufle ediyor. Oysa erdemli bir insanın yaşam pratiği ne kadar da yalın: Adil olmak. Yaratana ve yaratılana karşı. Hakikat işte bu yalınlığın etrafında belirir…
Eskiden televizyon, hakikat yalnızlığını öldüren eğlenceydi. Şimdi sosyal medya "yankı odaları" yaratarak hakikatten kaçış yalnızlığını kitlesel bir soykırıma dönüştürdü. Televizyon, insanı pasif bir tüketiciye indirgeyerek hakikat yalnızlığından kalabalıklara kaçırırken; sosyal medya, onu aktif bir yalan mühendisine dönüştürdü. Hakikatten kaçarken sosyalleşen insanın dramı: hashtag… Algoritmaların putları, yankı odalarının tapınakları… İnsan, algoritmaların sunduğu sanal kabilelerde kendini ait hissetse de, bu aidiyet bir yanılsamadan, bir avuntudan ibaret. Çünkü gerçek aidiyet, ancak hakikatle kurulan bağda mümkündür.
Hakikatten dijital kaçış, insanı sadece kendi yankı odalarında hapsetmiyor; aynı zamanda onu, hakikati çarpıtma sürecine de ortak ediyor. Hashtaglerle süslenen aktivizm, eyleme dönüşmeyen sloganlarla hakikati simülasyona hapsediyor. Hashtaglerle örülen aktivizm tiyatrosu, gerçek eylemin yerini alıyor. İnsanlar, #adalet etiketiyle vicdanlarını temize çekerken, zalimin karşısında dikilmek için cesaret toplamıyor. “Sürü/Köle ahlakı” ile hareket edenler, kendi varlıklarını meşrulaştırmak, adaletsizliği yaşatan hallerini kamufle etmek için hakikati yağmalıyor. Güçsüzlüğü erdem kisvesiyle örtmek. Yozlaşmış sistemler, zayıfların intikamıyla ayakta duruyor. Yoz sanal bir kalabalık, kendi suçunu örtbas etmek için “suçlu” arıyor.
Pervasızca yapılan katliamlar karşısında paylaşılan bir hashtag, hiçbir zaman gerçek bir eyleme dönüşmüyor; vicdanı rahatlatmanın simülasyonu haline geliyor. Bir yanda, zalime karşı öfkeli hashtagler; diğer yanda, eyleme dönüşmeyen sloganlar. #adalet, #özgürlük, #eşitlik… Bu etiketler, modern çağın dijital tapınaklarında yankılanan ilahiler gibi. Paylaşılan her slogan, tıklanan her beğeni, vicdanı rahatlatan sanal bir ayine dönüşüyor. Tıpkı Umberto Eco’nun "Aptallığa Karşı" kitabında yazdığı gibi: "Sosyal medya da, cahilliğe eşi görülmemiş bir özgüven kazandırdı." Paylaşım yapmak, gerçek sorumluluktan kaçmanın aracı haline geldi. Oysa adalet, zalimin karşısında durmak değil, yaşam pratiğine işleyen bir duruş gerektirir. Hz. Muhammed’in Hira’dan inip Kâbe’nin putlarını yıkması gibi… Adaleti savunmak, zalimden aman talep eden naralar atmak, çıkarı için sömürdüğü değerlere sadakat vaazı verenlere liyakati haykırmak değil; tüm bunları yaşam pratiğine bir eyleme dönüştürmektir.
Bugünün dünyasında, Hira’nın ruhunu diriltmek, sosyal medyanın dijital mağaralarından çıkmak demek. Algoritmaların sunduğu sahte aidiyeti reddedip, eylemi sloganlara hapsetmeyen bir duruşla gerçek dünyaya dokunmaktır. İnsan, ancak kendi sessizliğinde duyduğu çığlığı dünyaya taşırdığında özgürleşir. Adaletin sesi, ancak eyleme döküldüğünde yankı bulur. Tıpkı Hira’dan inip putları, putperest düzeni yıkan peygamber gibi... Sosyal medya vaazlarımız, ancak sokaklarda zalime yürüyüşe geçen ayaklarla birleştiğinde devrim olur. Zulmün karşısında fiziken durmak… İnsan, ancak bu temasla özgürleşir
Zalim insanlığa pervasızca meydan okuyorsa, bu bizim ne kadar insan yani ne kadar özgür olduğumuzla yani adil olup olmadığımızla ilgili değil mi?
Evet yüreklerimize gereken tek şey adil olmak.
Yaratana ve yaratılana karşı.
Bu, her türlü ideolojik kamplaşmanın ötesinde, insanı “insan” yapan asıl erdem, en temel ilke. Ondan, bundan, şundan değil, insandan olabillmek.
Kötülüğe karşı sıradan olmayan, onu telaşa düşürecek bir cesaret. Konforu paramparça eden bir duruş.
Yaratana ve yaratılana karşı sorumluluk, insanın hakikat yalnızlığında filizlenen ve zulmü yıkan, zalimi yok eden eyleme dönüşen bir bilinç.
İnsan, ancak hakikati seçtiğinde insandır. Gerisi, putperestliğin, köleliğin, yozluğun, korkaklığın, esaretin modern versiyonlarıdır.
Ancak adil/insan olabilirsek, hiçbir zalim insanlığa böylesine pervasızca meydan okuyamaz.
Hasan Talu
👍
❤️
💯
😮
9