
Hikmet Katreleri
February 8, 2025 at 08:09 AM
SÜNNET ANLAYIŞIMIZ
Risalet görevini hakkıyla yerine getiren Hz. Muhammed (s.a.v.), Yüce Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde ayetleri beyan (tefsir) etmiştir. Beyan görevi, şu ayette belirtildiği üzere Resulullah’ın en temel vazifelerindendir: “وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ” “Biz bu Kitabı sana (ne dediğini anlamadan, öylesine okuyup geçesin diye değil) ancak ve ancak, (Allah’ın gönderdiği vahye teslim olan gerçek Müslümanlardan başka bütün insanların yüzyıllardan beri tüm insanlığın mutluluğa ulaştırılması iddialarıyla) üzerinde tartışıp durdukları konularda (mutlak hakikati ortaya koyarak) insanlığı aydınlatman için ve iman edecek bir topluma, doğru yolu gösteren bir rahmet kaynağı olmak üzere gönderdik. “[1] Kur’an-ı Kerim’e ve hadislere baktığımızda Peygamber’in (s.a.v.), risaletle ilgili dört temel görevinin olduğuna şahit oluyoruz. Bunlar; tebliğ, tebyin, temsil ve teşrii[2] görevleridir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bu görevlerini en üst seviyede ifa etmiştir. Tebliğ, tebyin, temsil ve teşriye ait uygulamaları bize “Resulullah’ın hadisleri ve sünnetleri” şeklinde nakledilmiştir. Bazı insanlar ön kabullü ve ideolojik yaklaşımlarla hem de kötü niyetli olarak Müslümanların hadis-sünnet anlayışlarını yaralamak veya yok etmek istemektedirler. Bu çaba yeni değildir. Daha sahabe döneminde bile marjinal taraftarları vardır. İlk dönemlerdeki bu taraftarlar, İslâm’ı kavrayamayan ve Resulullah’ın fonksiyonunu bilmeyen bazı sözde mühtedilerdir. Sonraki temsilcileri ise müsteşrikler ve onların güdümünde çalışan fakat metodolojiye (usule) hâkim olamayan bazı akademisyenlerdir. Onların yolundaki dil ve dindeki cahiller de bu gruplara katılınca hadis ve sünnet düşmanlarının sayısı artmaya başladı. Hadis ve sünnete karşı çıkan yerli işbirlikçiler, itirazlarını bilerek yapıyorlarsa, Müslümanlığa karşı büyük bir yara açtıkları için kendileri de itikadi bir tehlikenin içine düşmüşler demektir. Özellikle şu hususun öncelikle bilinmesi gerekir ki sünneti kurumsal anlamda reddeden kâfir olur.
Hadis-sünnet, Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir. Hz. Peygamber’in Kur’an’dan anladıklarını sözlü veya ameli beyanıdır. Bunları Kur’an’dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Hz. Peygamber’e beyan ve temsil hakkını layık görmeyenler, maalesef kendilerinde bu hakkı görebilmektedirler. Hadislere saldıranlar muharref meal yazarlarına beyan hakkını vererek onları sahte peygamber yapabilmektedirler. Zanlarınca Hadis-sünneti reddederek veya “yorumdur” diyerek küçük düşürmektedirler. Tekrar yinelemek isteriz ki bu kişiler Peygambere bile vermeye layık görmedikleri beyan hakkını kendi tekellerine aldıkları için fonksiyonel anlamda sahte peygamberlik iddiasında bulunmaktadırlar. İfadeler ağır da olsa netice budur. Unutmamalı ki Hadis-sünnet iyi veya kötü Müslümanı belirlemenin biricik ölçüsüdür. Sünneti reddettiğiniz zaman iyi veya kötü Müslüman olmanın ölçüsünü de Müslümanların ellerinden almış olursunuz. Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatın genişlik alanına dair birçok uygulamada bulunmuştur. Öyle ki “Tuvalete gitme adabına kadar ümmetine muallimlik yapan”[3] Resulullah, siyasi, iktisadi, hukuki, eğitim-öğretim ve ahlaki alanları da boş bırakmamıştır. Hadis-sünnet, Hz. Peygamberin Kur’an’dan aldığı ilhamla hayatı anlamlandırmasıdır. Sünnet, İslam’ın dünya görüşüdür. Hayatın genişlik alanlarındaki bütün sorunlara çözümler üreten sünnet reddedilirse, İslam’ın, hiçbir dünya görüşüne alternatif olması söz konusu değildir. Hadis-sünneti kurumsal anlamda reddedenler “dünya ticaret merkezli; kapitalist dünya görüşünün” egemenliğini mutlaklaştıran kimselerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), birçok hadislerinde Kur’an’la beraber sünnetin bağlayıcılığına atıfta bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: “Aranızda iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya tutunursanız kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz. Bunlar; Allah’ın kitabı ve sünnetimdir.[4]” Sünneti kurumsal anlamda kabullenmek Hz. Peygamber’e itaatin tezahürüdür. Elçiye itaat eden, onu gönderene de itaat etmiş sayılır. Elçiyi gönderenle elçi arasındaki bağın önemini Resulullah şöyle dile getirmiştir: “Kim bana itaat ederse Allah’a da itaat etmiş sayılır. Bana isyan eden ise Allah’a da isyan etmiş olur.”[5] Hz. Peygamber’in (s.a.v.), söz ve uygulamalarını reddederek sözde bir itaatten bahsetmek samimi değildir. Peygamber’in buyruklarını reddederek onunla ayrılığa düşenlerin akıbeti hadiste şöyle anlatılmıştır: “Sizi serbest bıraktığım hususlarda bana bir şey sormayın. Size bir şey söylediğimde onu hemen alın. Sizden önceki ümmetler, peygamberlerine (gereksiz yere) çok soru sordukları ve onlarla ayrılığa düştükleri için helak oldular.”[6] Resulullah’a, insanlar zaman zaman sorular sorduklarında O, Cebrail kendisine haber vermeden cevap vermemiştir.[7] Bu ifadeler sünnetin bir kısmının vahiyle alakasına ışık tutmaktadır. Şayet içtihadi bir sünnette yanılgı zuhur ettiyse o zaman da Allah (c.c.) müdahale ederek yanılgıyı düzeltmiştir. Bunun anlamı şudur; Hz. Peygamber her halükârda Allah Teâlâ’nın denetimi altındadır. Risalet kurumu masumdur. İlahi denetim altında olan bir Peygamberin sünnetine karşı ciddiyet göstermek imandandır. Dolayısıyla sünnete karşı çıkmanın vahye karşı çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Sufyan b. Uyeyne’nin dediği gibi “Hz. Peygamber en büyük ölçüdür. Her şey O’nun hayatına arz edilir. İnsanın ahlakı, huyu ve takip ettiği yol… O’nun hayatına uyan haktır, hayatına uymayanlar ise batıldır.”[8] Süfyan b. Uyeyne bu tespitiyle Resulullah’ın hayatının yaşanmış bir Kur’an olduğuna dikkat çekmiştir. Kanaatimize göre sünnetin değeri ile alakalı söylenmiş en önemli sözlerden biridir.
---------------
[1] Nahl 16/64.
[2] Bak: A’raf 7/157.
[3] Ebu Davud, I, Taharet, IV, h. no: 7, c.I, s.17.
[4] Hakim, Müstedrek, İlim, h. no: 319, c.I, s.172.
[5] İbni Mace, Mukaddime, I, had. no: 3, c.I, s.4.
[6] Abdurrezzak, Musannef, h. no: 20372, c.XI, s.220; Tirmizi, 17, İlim, h. no: 2679, c.V, s.47.
[7] Hakim, Müstedrek, h. no: 6029, c.III, s. 548-9.
[8] Bağdadi, Hatib, Ahlaku’r-Ravi, c.I, s.120.
MEHMET SÜRMELİ
💚
1