
Dr. Mehmet Sürmeli
February 21, 2025 at 03:41 AM
KEYFİ BORÇLANMAYALIM!
İslam dini, fakirliğin dağıtımdaki ehliyetsizlik, kabiliyetsizlik ve adaletsizlikten kaynaklandığını bildiği için siyasetin ehil eller tarafından Rabbani bir yöntemle işlemesini istemiştir. Hal böyle iken fakirlik problemini fatalitik bir sorun olarak görüp kadere yüklemek doğru bir yaklaşım değildir. Buna rağmen fakirlik sorununu tek kaleme indirgemek yerine, siyasetten, sistemden ve kişiden kaynaklanan nedenlerini bilip çözüm aramak gerekir ki doğru olan da budur. İşsizlik, emeğinin karşılığını alamamak, ücret politikalarının kurbanı olup hak aramayıp verilene razı olmak, sakatlık, hastalık, doğal afetler, tembellik, umudunu kumar ve şans oyunlarına bağlamak, iş tercihindeki bilinçsizlik, alışveriş ve tüketimdeki dengesizlik, lüzumsuz harcama alanları açmak, iflas, bereketsizlik ve israf fakirliğin bazı nedenleridir.
İsraf ise borçlanmalara da kapı araladığı için belki de fakirliğin en önemli sebeplerindendir. “İnsana tükettiği kadar değer veren” liberal siyasalarda israfın olmaması mümkün değildir. Hâlbuki Resulullah (s.), Müslümanları israf konusunda şöyle uyarmıştır: “Kim iktisatlı davranırsa fakirleşmez.”[1] Bizzat kendisi de hayatının standartlarını bütün zamanlarda hiç değiştirmemiş ve ümmetine iktisatlı yaşama hususunda örnek olmuştur. Mekke’de nasıl yaşadı ise Medine’de devlet başkanı olduktan sonra da aynı yaşamıştır. Hayat standartlarını sabit tutan Resulullah(s.), israftan da borçtan da uzak durmuştur. İsrafla borç arasında doğru orantı olmakla beraber, borcun bizatihi kendisini hoş karşılamayan Hz. Peygamber (s.): “Sizleri borçlu yaşamaya karşı uyarırım. Çünkü borcun evveli gam ve keder, sonu da savaştır.”[2]buyurmuştur. Vaktinde ödenmeyen borçlar yüzünden geceleri uykuların kaçıp insanların dertlere düştüğünü ve ödenmeyen borçler yüzünden çıkan kavgalar nedeniyle nice ocakların söndüğünü düşünürsek Hz. Peygamber’in yukarıdaki sözünde ne kadar haklı olduğunu anlarız.
Borç yüzünden alacaklıya karşı mahcup olmak veya şahsiyetinden ödün vermek, Müslümanın izzetine yaraşan bir durum değildir. Peygamberimiz (s.), “Kendinizi küçük düşürmeyin” buyurduğunda, sahabe, bunun nasıl olacağını sormuş, Resulullah (s.) da; “borçla”[3] karşılığını vermiştir. “Borç, geceleri keder; gündüzleri de zillettir.”[4] açıklamasını yaparken de aynı noktaya değinmiştir. İnsanı zillete düşürmesi dâhil birçok iktisâdi, sosyal, ahlaki ve hatta itikadi endişelerinden dolayı Hz. Muhammed (s.), günaha ve borca batmaktan defalarca Allah’a (c.), sığınmıştır. Bunun sebebini sorduklarında; “Borçlanan kimse konuştuğunda yalan söyler; sonra da verdiği sözden cayar.” demiştir.[5] Konuşunca yalan söylemek ve sözünden caymak münafıklık alameti olması hasebiyle, borçlu yaşamak insanı böyle kötü bir konuma sürükleyebilir. Yüce Allah, borç aldığında ödememeyi hedefleyen bir kimsenin huzuruna borçlu olarak çıkmasını en büyük günahlardan saymıştır.[6]
Borçlu kimse; “Aldıklarını hak sahibine ödemezse, kendisi velev ki Allah yolunda öldürülse bile o borçlarını ödemedikçe cennete giremez.”[7] tembihatını yapan Hz. Peygamber: “Allah yolunda öldürülmek borcun dışındaki bütün günahlara kefarettir/onların affına vesile olur.”[8] buyurmuştur. Bir başka rivayette ise şu açıklamayı yaparak meseleyi daha da netleştirmiştir: “Şehidin toprağa düşen kanının ilk damlası (hürmetine) bütün günahları bağışlanır ancak kul hakları (borçlar) hariç.”[9] Nesai’deki rivayette ise: “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bir insan Allah yolunda öldürülse sonra diriltilse, yine öldürülse sonra diriltilse, öldürülse ve sonra yeniden diriltilse, üzerinde de borç olursa o borcunu ödemedikçe cennete giremez.” [10] anlamlı uyarısında bulunmuştur..
Hz. Muhammed (s.), borca ve borçluya olan bakış tarzını değişik biçimlerde ifade etmiştir. Bu konulardaki nebevi uyarıların amacı Müslümanları borçsuz yaşamaya alıştırabilmektir. Özellikle hiç kimsenin, başkasının ömrünün karşılığı olan emeğini gasp etmesini istememiştir. Şehidin bile üzerinde kul hakkı varken cennete giremeyeceğini söyleyen Allah Resulü, insanlar aldıkları borçları mülklerine geçirmesinler diye bir ara borçluların cenaze namazlarını bile kılmamıştır.[11] Bu münasebetle de kişi öldüğünde İslam fıkhında vasiyet ve (miras’dan) önce borçlarının ödenmesine hükmedilmiştir.[12] Hz. Ali’nin rivayet ettiği bir uygulamada, Resulullah’ın huzuruna bir cenaze getirildiğinde, onun borcunun olup olmadığını sorarmış. Şayet; “ödenmemiş borcu vardır” denilirse o kişinin cenaze namazını kılmazmış.[13] Yine bir defasında musallaya cenaze getirildiğinde; “Üzerinde borç var mı?” diye sormuş. “Evet” cevabını alınca; “peki geride bu borcu ödeyecek mal bıraktı mı?” sorusunu yöneltince; “Evet” demişlerdir. Hz. Peygamber de (s.) bunun üzerine o kimsenin cenaze namazını kılmıştır. Başka bir günde getirilen cenazenin, borçlu olup geride de bu borcu ödeyecek mal bırakmadığı için Resulullah cenaze namazını kılmamış ve sahabilere: “Siz arkadaşınızın cenazesini kılabilirsiniz.” demiştir. Ebu Katade: “Ben bu kişinin borcunu üstleniyorum” deyince Hz. Peygamber, dönüp gelmiş ve cenaze namazını kıldırmıştır.[14] Borçlu kimsenin cenazesini kılmayışını Peygamber Efendimiz şöyle gerekçelendirmiştir: “Kabrinde borcuna karşılık rehin tutulan ve kıyamet gününde de (önce borçlarından dolayı) hesaba çekilecek adam için cenaze namazı kılmamın size ne yararı dokunacaktır.”[15] “Mümin vefat ettiğinde borcuna mahsuben cennetten alıkonulacaktır. Bu durumda kardeşinizin ister borcunu ödeyin, isterseniz Allah’ın azabına terk edin”[16] Nebevî buyruğu da borçlu ölmenin uhrevi durumunu bizlere hatırlatmaktadır. Bu hadisler üzerinde derin tefekkür etmek ve borçlanmamak evladır. Velev ki zorunluluktan dolayı borçlanılsa bile alacaklıya hakkı mutlaka ödenmeli ve bir kuruş bile zimmete geçirilmemelidir.
İslam devletinin genişleyip maliyesinin güçlenmesiyle beraber Resulullah (s.), borçluların borçlarını devletin kasasından ödemiştir. Velisi olmayanın velisi olan Resululah (s.), bu uygulamasıyla kendi sağlığında kimseyi Allah Teâlâ’nın huzuruna borçlu göndermemeye çalışmıştır. Günümüzde ne böyle bir devlet, ne de Müslümanların yardım kurumları vardır. Bu kurumlar yoktur diye boşluğa razı olmak yerine ilgili kurumları oluşturmak Müslümanların üzerine vecibedir. Bu sayede Müslümanlar ütopik konuşmaktan da kurtulmuş olacaklardır. Öyle ki kardeşliği kendisine temel argüman olarak seçen tasavvufi kurumların bile “ihvan”a(!) yönelik böyle ciddi ve çözüm üreten bir çalışması yoktur.
Bu durumda yapılması gereken; iktisatlı yaşamak, israfın her türlüsünden kaçınmak ve borç batağına düşmemektir. Lüzumsuz harcamalar ve borçlanmalar nedeniyle kendinden sonrakilerin hayatını da ipotek altına almamaktır. Daha küçük yaşlardan itibaren iktisatlı yaşamasını bilen bir nesil yetiştirmektir. İktisat ahlak ilişkisine dair dersler vermek ve bu dersleri tabana yayabilmektir. Dere kenarında abdest alırken bile iktisatlı olmayı öneren[17] İslam’ın kültürel zenginlikleri ve kaynakları böyle dersler vermeye çok müsaittir. Kaynaklarımız bu bilgilerle doludur; fakat bunların tamamı eğitime bağlı bireysel önlemlerdir. İnsanları, sürekli tüketime teşvik eden reklamların etkisinden kurtarmak da borca dalmamak hususunda bireysel bir tedbir olarak önerilebilir. Ayrıca, günümüzde kredi kartlarıyla bilinçsiz alışveriş yapmak da ülkemizde halkın borç limitini artırmaktadır. Neticede, alacaklı taraf mağdur edildiği gibi, borçlu da borcunu ödeyemeyince bunalımlara girmekte, intihar vakaları artmakta ve büyük aile faciaları meydana gelmektedir. Yine bu bağlamda gerekli telkin ve teşvik yapılabilir; ikna edilebilirse alacaklı dilerse alacağından vazgeçebilir. Alacaklının dilerse alacağından vazgeçmesine “karz-ı hasen” denilir.[18]Yüce Allah, güzel borç verme diye ifade edilen karz-ı haseni Kur’an-ı Kerim’de şöyle teşvik etmiştir: “إِنَّ الْمُصَّدِّقِينَ وَالْمُصَّدِّقَاتِ وَأَقْرَضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعَفُ لَهُمْ وَلَهُمْ أَجْرٌ كَرِيمٌ” “ Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah rızası için karz-ı hasen yapanlar var ya, işte onlara(verdiklerinin karşılığı) kat kat ödenir. Onlar için( Allah katında ) çok değerli bir ödül vardır.”[19] Allah yolunda savaşan mücahitleri techiz etmek anlamına da gelen karz-ı hasen, karşılıksız olduğu gibi daha sonra almak üzere verilen borca da ad olarak verilmiştir. Kur’an, ilk gelen surelerden itibaren sevabını Allah’tan beklemeyi içeren karşlıksız borç vermeyi teşvik etmiştir.[20] Yalnız, borçlanmanın karz-ı hasen olabilmesi için bilinmesi gereken şartları vardır. Şartlarını taşımayan her borç karz-ı hasen değildir. Bu şartlar şunlardır:
1-Borçlanmanın helal sermayeden yapılması,
2-Harcamaların ve verilen paranın meşru alanlarda olması,
3-Alınan miktarın netlikle kaydedilmesi,
4-Borcun ödenme tarihinin belirtilmesi,
5-Ödeme tarihlerine riayet edilmesi,
6-Verilen borca karşılık bir fazlalık istenmemesidir.
Verilen borca karşılık istemeyi ve bu niyetle borç vermeyi Hz. Peygamber(s.) şu hadislerinde yasaklamıştır: “ Menfaat karşılığı verilen her borç faizdir.”[21]Karşılıksız borç verme konusuyla ilgili Hz. Peygamber (s.), şu müjde verici teşviki yapmıştır: “Her kim ki Yüce Allah’ın mutlak koruması altına girmek istiyorsa, borçluya/darda kalana genişlik tanısın veya alacağından tamamen vazgeçsin.”[22] Vazgeçilen değil de vazgeçen olmak istiyorsak varlıklı olup iktisatlı yaşamalıyız ve borcun azından da çoğundan da uzak durmalıyız. Bu anlayışa göre “borç yiğidin kamçısı” değil; özgürlüğüne vurulan prangadır. Borçsuz yaşayan özgürdür. Bu hakikati Hz. Peygamber(s.), kendine has veciz üslubuyla şöyle ifade etmiştir: “ Az günah işle ki Allah(c.), sana ölümü kolaylaştırsın; az borç yap ki özgür olarak yaşayasın.”[23] Peygamber Efendimizin bu uyarısı yeterince anlaşılsaydı bugün birçok insan tefecilerin, holding ağalarının, bankaların, çok uluslu şirketlerin sigortalarının ve dünya ticaret merkezinin kölesi haline gelmezdi. Gerek bireysel gerekse toplumsal alanda yapılan borçlanmalar bireyi ve toplumu köleleştirmektedir. Devletlerarası borçlanmalarda borçlu devletin siyasetini, ekonomisini, hukukunu, eğitim-öğretim programını ve dış politikasını borç veren emperyal zengin devletler belirlemektedirler. Çünkü işin doğasında var olan kural şudur: Bugün borç alan yarın buyruk alır.
[1] Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. no: 7939, c. II, s. 485.
[2] Beyhaki, Sünen, Teflis, 3, Had. no: 11265, c. VI, s. 81.
[3] Hakim, Müstedrek, Had. no: 2216, c. II, s. 31.
[4] Acluni,İsmail b. Muhammed, Keşf’ü-l Hafa,Beyrut,1985, Had. no: 852, c. I, s. 271.
[5] Nesai, Sünen, İstiaze, c. VIII, s. 259.
[6] Ahmed, Müsned, (Had. no: 19512, Tah: Muhammed Şakir), c. VII, s. 125.
[7] Hakim, Büyu’, Had. no: 2212, c. II, s. 30.
[8] Beyhaki, Sünen, Had. no: 17286, c. IX, s. 44.
[9] Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 128.
[10] Nesai, Büyu’, 44, Had. no: 98, c. VII, s. 315.
[11] Hakim, Müstedrek, Büyu’, Had. no: 2346, c. II, s. 66.
[12] Beyhaki, Sünen, Vesaya, Had. no: 12561, c. VI, s. 437.
[13] Beyhaki, a.g.e, Dıman, I, Had. no: 11399, c. VI, s. 121; Tirmizi, 69, Cenaiz, Had. no: 1069, c. III, s. 381.
[14] Beyhaki, a.g.e, Dıman, Had. no: 11395, c. VI, s. 120.
[15] Beyhaki, a.g.e, Dıman, Had. no: 11406, c. VI, s. 124.
[16] Hakim, Müstedrek, Büyu’, had. no: 2214, c. II, s. 30.
[17]Ahmed, Müsned, c. II, s. 221
[18] Dini Terimler Sözlüğü, Komisyon, MEB. Yay,2009, s.195
[19] Hadid 57/18
[20] Bak:Müzzemmil73/20
[21] Acluni, Keşf’u –l hafa, c. II, s.191
[22] İbni Mace, Sadaka, 14, Had. no: 2419, c. II, s. 808.
[23] Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c.1.s.185
MEHMET SÜRMELİ
❤️
👍
4