
Dr. Batuhan Celik
February 12, 2025 at 04:30 AM
İnsan, doğduğu andan itibaren hayatın akışına kapılır. Yaşamak, nefes almak, sevmek, ümit etmek, hayal kurmak ve bazen de kaybetmek… Hayat, bir yönüyle tanıdık ve bildik bir dünyadır. Ancak ölüm, bu dünyanın sınırlarını aşan, bilinmeyenle dolu bir kapıdır. İnsan, ölümden korkar çünkü ölüm, bilinmeyenin ta kendisidir. Görmediği, duymadığı, dokunamadığı, hayallerine bile sığdıramadığı bir aleme açılan bir kapıdır. Bu kapının ardında ne olduğunu kimse tam olarak bilemez. İşte bu bilinmezlik, insanın içinde derin bir korku ve endişe uyandırır.
Ölüm, sadece bedenin son bulması değildir. Ölüm, aynı zamanda bir ayrılıştır. Bu dünyada sevdiklerimizle kurduğumuz bağlar, anılar, paylaşılan gülüşler ve gözyaşları… Ölüm, tüm bunları geride bırakmak demektir. İnsan, öldükten sonra ailesini, arkadaşlarını, eşini, çocuklarını görecek mi? Onlarla yeniden bir araya gelecek mi? Yoksa her şey bu dünyada kalan bir anı mı olacak? Bu sorular, insanın zihnini kemiren, onu korkuya sürükleyen düşüncelerdir.
Bir de geçmişin yükü vardır. İnsan, ömrü boyunca yaptığı hataları, yanlışları, pişmanlıkları düşündükçe içinde bir endişe büyür. Acaba bu hataların bedelini öteki dünyada ödeyecek mi? Yaptığı iyilikler, kötülükler nasıl karşılık bulacak? İnsan, ölümün ardından kendisini neyin beklediğini bilmediği için bu belirsizlik onu daha da çok korkutur. Ölüm, sadece fiziksel bir son değil, aynı zamanda bir hesap verme anıdır. Ve bu hesap, insanın içinde bir korkuya dönüşür.
İnanan bir insan için ölüm, bu dünyadaki imtihanın sona erdiği ve ebedi hayatın başladığı andır. Ahiret inancı, ölümün ardından bir hesap gününün olduğunu söyler. İnsan, bu dünyada yaptıklarının karşılığını orada görecektir. İşte bu inanç, ölüm korkusunu daha da derinleştirir. Çünkü insan, kendisini neyin beklediğini tam olarak bilemez. Allah’ın adaleti karşısında acaba ne kadar hazırlıklıyım? İyiliklerim kötülüklerimi örtecek mi? Yoksa yaptıklarımın cezasını çekecek miyim? Bu sorular, insanın içinde bir endişe ve korku oluşur.
Ahiret inancı, aynı zamanda bir ümit kaynağıdır. İnsan, bu dünyada iyilik yaparak, Allah’ın rızasını kazanarak öteki dünyada huzura kavuşabileceğini bilir. Ancak bu, insanın geçmişte yaptığı hataları düşündükçe içinde bir korkuya dönüşür. Çünkü insan, kusursuz değildir. Herkes hata yapar, yanlışlar yapar. İşte bu yanlışlar, ölüm anında insanın zihnini meşgul eder. Acaba affedilecek miyim? Yoksa yaptıklarımın cezasını mı çekeceğim?
Ölüm korkusu, insanı bu dünyada daha bilinçli ve duyarlı bir şekilde yaşamaya iter. Çünkü insan, öldükten sonra yaptıklarının karşılığını göreceğini bilir. Bu dünyada yapılan iyilikler, kötülükler, adaletli ya da adaletsiz davranışlar, öteki dünyada bir karşılık bulacaktır. İşte bu bilinç, insanı daha iyi bir insan olmaya yönlendirir. Allah’ın rızasını kazanmak, O’nun hoşnut olduğu bir kul olmak, insanın ölüm korkusunu hafifletebilir.
Bu dünyada korkuların bir sınırı vardır. Ancak ahirette, Allah’ın adaleti karşısında insanın korkusu daha da artacaktır. Çünkü orada her şey açığa çıkacak, yapılanların karşılığı tam olarak verilecektir. İşte bu yüzden, bu dünyada iyi şeyler yapmak, Allah’ın rızasını kazanmak, insanın hem bu dünyada hem de öteki dünyada huzur bulmasını sağlar.
Ölüm, insanın kaçamayacağı bir gerçektir. Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak ölüm, bir son değil, yeni bir başlangıçtır. İnsan, bu dünyada yaptıklarıyla öteki dünyada karşılık bulacaktır. Ölüm korkusu, insanı daha bilinçli ve duyarlı bir şekilde yaşamaya iter. Bu dünyada iyilik yapmak, Allah’ın rızasını kazanmak, insanın ölüm korkusunu hafifletir ve ona huzur verir. Ölüm, bilinmeyen bir kapıdır. Ancak bu kapının ardında ne olduğunu bilmesek de, bu dünyada yaptıklarımızla o kapıyı nasıl karşılayacağımızı belirleriz. İşte bu yüzden, ölüm korkusu insanı daha iyi bir insan olmaya yönlendirir ve ona hayatın anlamını hatırlatır.
❤️
🌹
🌼
🤲
♥️
🌸
👍
💚
36