
Dr. Batuhan Celik
May 21, 2025 at 04:47 PM
Sizlere bir rüyamı anlatmak istiyorum…
Bir rüya ki, gözlerin gördüğünü kalp kavramakta zorlanır. Bir rüya ki, insana “Acaba burası ahiret yurdu mu?” dedirtir. Zamanın donduğu, mekânın anlamını yitirdiği, dünyanın tüm suretlerinden sıyrılmış apayrı bir hakikat âlemi…
Ama bu öyle bir rüya ki, kelimeler yetmez, tarif edilemez... Gözümle gördüm ama hâlâ inanmakta zorlanıyorum. Kalbimle hissettim, hâlâ titriyor içim. Sanki uyumadım da, başka bir âleme geçtim.
Kendimi, ucu bucağı görünmeyen bir buğday tarlasında buldum. Dünya gözüyle asla görmediğimiz, tahayyül bile edemediğimiz Ama nasıl bir tarlaysa, her başağı altın gibi ışıldıyor... Yol var ama topraktan değil; sararmış buğdaydan örülmüş. Her adımda başaklar usulca eğiliyor sanki yol oluyor bana…
Fakat tarlada öyle bir hayat vardı ki... Renk renk kelebekler uçuşuyordu çevremde. Dünyada hiç görmediğimiz, adını bilmediğimiz kuşlar vardı. Öyle güzellerdi ki… O kuşlar tarladan rızıklarını alıp uçuyorlardı. Sanki her biri Allah’ın “Rezzâk” isminin canlı birer tecellisiydi. O an anladım; rızık arayanlar için yollar da hazır, rızık da hazır… Sadece tevekkül etmek gerekiyor.
Yürüdüm. Ve sonra karşıma öyle bir manzara çıktı ki… Dünya durdu sandım. Her yer yemyeşildi. Ağaçlar vardı, fidanlar, çiçekler… Ama anlatamam sana. Bu dünyada öyle bir yeşil yok. O ağaçlar sanki secdeye durmuş gibi, dallarıyla zikrediyorlardı.
Orası huzurun kendisiydi.
Sonra beyaz atlar gördüm… Büyük, gösterişli, ama bir o kadar da zariflerdi. Göz göze geldik… Gülümsediler. Kalbime bir ferahlık doldu. Hiçbir kelime etmeden içimi rahmetle doldurdular.
Biraz ilerleyince, ayrı ayrı duran iki grup gördüm. Altı kadın, dört erkek… Her birinin yüzü nur gibi parlıyordu. Ellerinde beyaz defterler vardı. O kadar huzurlu ve güzel görünüyorlardı ki, kalbim sızladı. Gülümsediler bana… Ama ne ben adlarını biliyordum, ne onlar konuştu. Sadece bir his geçti içimden: "Tanıdıklarım bunlar…"
Ama daha çok bir şey hissettim:
"Rab, sevdiklerini sana rüyanla da gösterir…”
Sonra bir köye vardım. Ama nasıl bir köy… Evler dünyada gördüğümüz evlere hiç benzemezdi. Her birinin mimarisi başka, rengi başka… Ama her biri cennetten bir parça gibiydi. Sanki Allah, kudretini oraya işlemişti. Yürüdükçe manzara değişiyordu. Her adımda ayrı bir güzellik, ayrı bir renk, ayrı bir ahenk... Bu köylerde yaşayanlar sanki o gördüğüm gruptandı. Mutluluk içindeydiler. Ama gösterişli değillerdi, sade ama mükemmellerdi.
Ve birden…
Karşıma bir kapı çıktı.
Ama ne kapı!
Altın rengindeydi. Genişliği görünmüyor, yüksekliği semayı aşıyordu. Üzerinde ayetler vardı. Ama bakmaya bile cesaret edemedim. O kadar azametliydi ki...
Ve kapının önünde, savaşlarda can vermiş bebekler vardı. Küçük, masum, gülümseyen çocuklar… Etraflarında yüzü görünmeyen, kanatlı bir varlık vardı. Sanki onları teselli ediyordu, onlara bir şeyler anlatıyordu. Çocuklar gülüyordu… O an içimden sadece şu geçti:
“Ya Rabbi… Bu ne güzelliktir ki, şehadeti bile tebessüme çevirmişsin.”
Sonra bir ses geldi…
Ne bir ağızdan ne bir kulaktan. Sanki kalbime yazılmış gibi… Dedi ki:
"Burası kabir âlemidir. Bu gördüğün kapı, Cennet’in kapısıdır. Allah’ın rızasını kazananlar, güzel amel işleyenler, kıyamete kadar bu kapının önünde konaklayacaklar. Kıyamet geldiğinde, mahşer dağıldığında ve defterler dürüldüğünde... İşte onlar bu kapıdan Cennet’e girecekler. Ve içeride sekiz kapı daha vardır. Her biri Cennet’in ayrı bir derecesine açılır. Her topluluk, kendi derecesine yönelir…"
Etrafıma tekrar baktım. Uzaklarda başka köyler… Ama bu defa evler yerde değildi, havadaydı. Sanki gökyüzüne asılmışlardı. Her biri bir yıldız gibiydi. Sanki Allah o evleri semaya bağlamıştı, ayet ayet duruyorlardı gökte. Öyle bir güzellik, öyle bir düzen… Gözüm doymadı. Rengârenk canlılar, çiçekler, ışıklar, sesler… Kalbim ağladı. Ağladı ama acıdan değil… Hayretten…
Ve o ses tekrar geldi:
"Bu gördüğün köylerde Peygamberler gelir. Onlarla görüşeceksiniz. Her gün konuşacaksınız. Bu gibi köyler çoktur. Hepsi Cennet kapısının önündedir. Sen çok insan görmedin, çünkü buraya herkes gelmedi. Biz sana sadece tanıdıklarını gösterdik."
İşte o altı kadın ve dört erkek… Onlar benim tanıdıklarımmış. O an, bu rüyanın bir ödül, bir haber, bir hatırlatma olduğunu anladım.
Bir şey daha fark ettim…
Eğer bu gördüğüm sadece kapının önü ise… İçerisi nasıldır? Allah’ım… Cennetin içi nasıldır?
Aklım yetmedi… Kalbim yetmedi… Sustum.
Bir an… önüme bir sahne serildi…
Sanki kalbimde gizli duran tüm sorular, daha dudaklarımı kıpırdatmadan birer birer cevap buldu…
Söz söylenmeden sırlar döküldü önüme…
Sonra bir ses işittim, latif ama titretici:
"Sen sadece burayı görebildin… Burası kabir âlemi…
İyi bir mümin için cennetin yalnızca bir numunesi…
Şu kapının ardındaki asıl cenneti göremezsin…
Ne göz dayanır ona, ne kalp tahammül eder, ne de hafızan kaldırabilir.
Çünkü hâlâ imtihandasın… Hâlâ zayıfsın… Dayanıksızsın…
O güzelliğe erişmek için, ruhunun mertebesi yükselmeli…
Gözün başka görmeli, aklın başka kavramalı, kalbin başka duymalı…
Ama bil ki… Buraya tekrar görme garantin yok…
Şimdi uyan!
Rüya bitti…
Ve sen hâlâ imtihandasın…
Allah’ın rızasını kazan…"
Birden irkildim…
Gözlerim açıldı…
Tüylerim diken diken…
Kalbim sanki hâlâ o âlemdeydi…
Ama dünya çoktan üstüme çökmüştü
Sadece şunu hissettim:
"İman, bazen bir rüyayla da yeniden dirilir."
Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Batuhan Çelik
❤️
🤲
😢
❤
🌹
🌼
🥹
💚
🥰
❣
99