Dr. Mehmet Sürmeli
Dr. Mehmet Sürmeli
June 1, 2025 at 03:17 PM
MUHABBETULLAH VE BEDELİ İslâm’ı ameli anlamda hayatına katmayan ve hayatlarının tüm boyutlarını vahiyle anlamlandırmayan birçok kişi “tanrısal bir aşkın temsilcisi” olduklarını iddia ettikleri gibi; İslâmi ilimlerden nasip almayan bazı cahiller de ilahi aşk içerisinde olduklarını söylemektedirler. İddiaları, Allah’ı (c.c.) çok sevdikleri yönündedir. Fakat bu sevgilerini “muhabbetle” değil de aşk kavramıyla ifade etmektedirler. Bunu tarih içerisinde ehl-i kitap da yapmıştır. Günümüzde dinle saf ve pratik bağlantısı olmayan zihinsel kargaşa içerisindeki cahil kimseler de yapmaktadırlar. Bu iddiayı Yüce Allah şöyle cevaplandırmıştır: “قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ” “(Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere) de ki: “Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, (Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak) bana (ve bana indirilen Kur’an’a) uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, (pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile) bağışlayandır, merhamet edendir.”[1] Kısacası, Allah Teâlâ, kendisine ve elçisine itaat olmadan; emirleri ve yasakları ciddiye alınarak yaşanmadan yapılan “sevgi” iddiasını reddetmektedir. Sevgi, inanç, sabır, şükür ve eylem ister. İman ve amel olmadan var olduğu sayılan sevgi yalancıların sevgisidir. Kur’an-ı Kerim, sevginin ileri ve taşkın boyutu olan “aşk” kelimesini hiç kullanmamıştır. Sahih hadis kaynaklarında da araştırdığımız kadarıyla bu kavramla karşılaşmadık. Sadece Hâkim’in Müstedrek’inde Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’ye sevgisiyle ilgili bir tek rivayet geçmektedir.[2] Din dilinde sevgi kavramı, velayet, meveddet, ülfet ve muhabbetle ifade edilmiştir. Özellikle muhabbet konusunu çalışmamızda daha geniş ele alacağız ki bu kavramın, aşk kavramından farklılığı yeterince anlaşılsın. Aşk, sevgide ifrattır. Ne Allah Teâlâ bu kavramla vasıflandırılır ne de rabbine olan muhabbetinden dolayı kulu. Sevgide ‘fena’ olmaktan dolayı ortaya çıkan bir sarhoşluk halidir. Kelimenin etimolojik tahlilini yaparsak, sözcük anlamıyla kavramsal anlamı arasındaki ilgiyi daha iyi anlamış oluruz. “Aşekatün” sözcüğü, ağacın etrafına dolanan sarı renkli bitkinin adıdır. Sarmaşık da denilebilir. Ağaca sarılarak varlığını devam ettiren bu bitki daha sonra sap sarı kesilip kurumaya yüz tuttuğu için, “âşık” kavramı teşbih yollu bu sözcükten türetilmiştir. Birçok arif, “Ey Rabbimiz! Bize tahammül edemeyeceğimiz yük yükleme.”[3] Ayetini “aşk illeti” şeklinde yorumlamışlardır. Hatta Abdullah b. Abbas’a genç bir adamı getirmişler. Adamı zayıflamış ve sararmış bir vaziyette görünce bu durumun nedenini sormuştur. “Aşk”tan dolayı böyle olduğunun cevabını alınca, dualarının çoğunda, “Aşk’tan Allah’a sığınmıştır.”[4] Kısacası aşkta sarhoşluk, bilinç kaybı, körükörünelik ve kara sevda vardır. Bütün bu olumsuzluklardan dolayı “aşk” kavramı, sağlam rivayetleri önceleyen ana kaynaklarda yer almamıştır. Hâl böyleyken, dini teklifleri anlamaktan, öğrenmekten, öğretmekten, hayatın kötü gidişatına müdahale etmekten, zâlimlerin zulmüne tepki vermekten, İslâm’ın hayata hâkimiyetini sağlamaktan ve dünyadaki aktif heva merkezli şirk düzeniyle hesaplaşmaktan aciz; şer’i teklifleri taşımaya gücü yetmeyen pasif ruhlu kişiler bu kelimeye sığınmışlardır. Sığınmakla da kalmamışlar, her türlü aktif çalışmaları yapan, ilim öğrenen ve öğreten, gece gündüz Allah yolunda cihad eden, ümmetin zihinsel sapmalara düşmesini ve ideolojik yapılanmalara kaymasını engelleyen, malıyla ve canıyla Allah yolunda feda olan Müslümanları da küçük görmüşlerdir. Aslında bu kimselerin tamamına yakınının günümüzde ilahi aşkla bir ilgileri de yoktur. Aşkın bile sadece adını duymuşlardır. Bunlar rahatsız, hasta ve kendilerini isbat etme çabasında olan kimselerdir. İlim adamı olamadıkları ve cihad da bedel istediği için, işe ulemayı ve mücahidleri yermekle başlamışlardır. Kendileri ise teklif almaktan her zaman kaçınmışlardır. Bunlar ne âşıktır ne de meczubtur. Sadece aşkın ve cazibenin adını duyup kendilerine yer edinmek isteyen derviş taklitçileridir. Gerçek derviş; her aradığını Kur’an ve sünnette bulan, iradesini sadece Allah Teâlâ’ya teslim eden ve başta şeytan olmak üzere her türlü düşmana karşı sulhü olmayan bir savaşa giren marifet ehlidir. İlmihal bile okumayan, Kur’an’ın bilgi dünyasından, Sünnetin uygulama alanından, Kelam ilminin inceliklerinden ve tasavvufun engin zerafetinden nasibi olmayanların aşkla ne ilgileri olabilir? Aşkın yerine tercih edilen muhabbette ise niyet, marifet, amaç, ihlas, istikamet ve yakaza vardır. Takva, vera ve haşyet[5] nasıl marifetle gerçekleşirse, muhabbet de marifetullah ile gönüllerde tecelli eder. Muhabbetullahın gönüllerde karar bulması, hayata nebevi mücadele ve salih amel olarak yansır. Allah Teâlâ hakkıyla bilinmediğinde,[6] Ehl-i Kitap’ta ve Mekke müşriklerinde olduğu gibi itikadda sapmalar oluşur. İnsanlar, ideolojileri din yerine korlar. Bu mezmum halin olmaması için, Yüce Allah’ın Kur’an’dan ve O’nu en iyi bilen Resulünün dilinden öğrenilmesi şarttır. Her Müslümanın, imanını yakin derecesine ve ihsan haline taşıyabilmesi için Allah Teâlâ’yı ulûhiyeti, rububiyeti, esması, fiilleri ve sıfatlarıyla tanıması gerekir. Bu marifet halinin tahakkuku için Kur’an, sünnet ve diğer İslâmi ilimleri tahsil zorunlu olduğu gibi, Kur’an’dan ve sahih hadislerden yola çıkılarak yazılan akaid kitaplarını öğrenmek de zorunludur. Geçmiş dönem tasavvuf uleması, akaid öğrenmeyi baraj dersi kabul etmiş ve öğrenmeyenleri dergâhlarına almamışlardır. İslâm’ı ihsan halinde yaşamanın meyvesi olan takva, marifetullah ile zuhur ettiği için konuyu bu şekilde ele aldık. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de mevzuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Sizin içinizde Allah’ı en iyi bileniniz benim, en takvalı olanınız da benim.”[7] Marifetullah ve takva arasındaki doğru orantıyı gösteren bu hadis Müslümanların zihninde bir anahtar olarak kalmalı ve istikamette yaşamalarına vesile olmalıdır. [1] Âl-i İmran 3/31-32. [2] Hakim, Müstedrek, Had.no: 4840, c. III, s.201. [3] Bakara 2/286. [4] İbni Kayyim, Medaricu’s-Salikin, c.II, s.30. [5] Bak: Malik, Muvatta, 18, Sıyam, 4, h.no: 9, c.I, s.289. [6] Bak: En’am 6/91; Hac 22/74. [7] Buhari, 2, İman, c.I, s.10. MEHMET SÜRMELİ
❤️ 5

Comments