Dr. Batuhan Celik
Dr. Batuhan Celik
June 15, 2025 at 04:01 PM
Halkın gücü, zaman zaman sınırlıdır; çünkü sokaklara dökülmek, sesini duyurmak, vicdanı ayağa kaldırmak halkın asli gücüdür. Ve bu güç küçümsenecek bir şey değildir. Kalabalıklar, zulme karşı yükselen o kolektif sesle tarihin seyrini defalarca değiştirmiştir. Lakin mesele sadece ses vermekle sınırlı kalırsa ve o ses karşılık bulmazsa, yankı olup duvara çarpar, gökyüzünde asılı kalır ve en sonunda sessizliğe karışır. Gazze için de böyle oldu. Vicdan sahibi milyonlar meydanları doldurdu, yürüdü, haykırdı. Aylar boyunca sustu sandığınız kalpler çığlık çığlığa "yeter" dedi. Ama ne oldu? Devletler sadece kınadı. Güç sahibi hükümetler, "endişeliyiz" demekten öteye geçmedi. Kimse elini taşın altına koymadı. Kimse zalimi durduracak fiili adımı atmadı. Böylece zalim, ne kadar ileri giderse o kadar yanına kaldığını gördü. Ve artık haddini aşmakla kalmadı, insanlığın üzerine basarak yürümeye başladı. Burada asıl mesele şu: Zalim sadece sözden anlamaz. Zalim, ancak güce boyun eğer. Zalim, merhametten, adaletten, vicdandan anlamaz çünkü bunları yitirmiştir. Onun dili güçtür, onun anlayışı çıkarla, tehditle ve kuvvetle sınırlıdır. Yani sen ona erdemle yaklaştıkça o daha fazla saldırır. Sen yürüyüş yaparken o tanklarını sürer. Sen kınarken o çocukları vurur. Bu yüzden, bu noktada şunu sormak gerekir: "Adaletin dili sadece konuşmak mıdır, yoksa zalimi durduracak iradeyi kuşanmak mı?" Tarih bize şunu göstermiştir: Hz. Musa, Firavun’a karşı sadece güzel sözle gitmemiştir, Allah'ın emriyle gitmiştir ve sonunda deniz yarılmıştır. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü gözyaşlarıyla değil, azimle, stratejiyle ve imanla kurtarmıştır. Zulüm, ancak ona karşı durabilecek cesaretle sınırlandırılır. Hakkın, eğer eli yoksa; sesi, zamanla cılızlaşır. Hakkın sesi ancak adaletin eliyle birleştiğinde bir anlam kazanır. “Zalime karşı zalim ol” sözü burada mecazen kullanılır. Elbette zulmü onaylamak değil, zalime karşı onun anlayacağı kararlılığı göstermek anlamındadır. Çünkü adalet, bazen bir merhamet, bazen de bir tokat gibidir. Zalimle aynı dili konuşmak demek, onun sistemine dönüşmek değil; onun yöntemini alt edecek kararlılığı göstermek, korkusuz durmak, boyun eğmemek demektir. Onun caydırıldığı tek dil, budur. Çünkü zalim, susana değil; karşısında dimdik duran bir güce boyun eğer. Ve bu çağda halk elinden geleni yapmıştır, yapmaktadır. Ama şimdi sıra devletlerde, kurumlarda, güç sahiplerinde. Eğer onlar da bu acıya sadece “üzüntüyle izliyoruz” demekle yetinirse, o zaman insanlık sadece bedeni değil, ruhu da kaybedecektir. Kur’an-ı Kerim, zalime karşı sessiz kalmayı açıkça reddeder. Çünkü zulüm, sadece onu yapanın günahı değildir; ona karşı susanın, göz yumanın ve engelleme gücü varken durmayanın da sorumluluğudur. “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hud Suresi, 113. Ayet) Bu ayet, sadece zalime yardım etmeyi değil, ona “meyletmeyi” bile büyük bir günah sayar. Demek ki susmak, ilgisiz kalmak, ona karşı güçlü bir duruş sergilememek bile ilahi adalet nezdinde sorgulanacak bir tavırdır. Gazze meselesinde yaşanan da tam olarak budur. Zalim, karşısında gerçek bir engel göremedi. Çünkü dünya, sadece “insan hakları” gibi soyut kavramları konuştu ama o hakları çiğneyeni durduracak iradeyi ortaya koyamadı. “Barış” dediler ama katilin elindeki silahı almadılar. “Çözüm” dediler ama mazlumun çığlığını duymazdan geldiler. Tarihte hiçbir zalim, nasihatla ikna olmadı. Hiçbir zorba, halkın duasıyla geri adım atmadı. O dualar elbette kıymetlidir ama fiil olmadan dua, suda yüzen ateşe benzer. Duaların karşılık bulması için, dua eden ellerin mücadeleye hazır olması gerekir. Hz. İbrahim, Nemrud’un put sistemine karşı sadece akıl yürütmekle kalmadı, putları kırarak bir fiil gösterdi. Hz. Musa, Firavun’un zulmü karşısında sadece güzel sözlerle değil, Allah’ın izniyle güçlü mucizelerle ve kararlı bir direnişle durdu. Selahaddin Eyyubi, Haçlıların işgali altındaki Kudüs’ü almak için yıllarca sabretti ama nihayetinde savaş meydanına çıktı ve adaleti ordusuyla sağladı. Hiçbirisi sadece “kınamakla” yetinmedi. Çünkü kınamak, eylemsizse etkisizdir. Mazlumun yüreğini serinletmez, zalimin yolunu kesmez. Zalimler, sessizliği sever. Çünkü sesin olmadığı yerde zulüm yankılanmaz. Ama ses tek başına yeterli değildir; o sesin bir karşılığı, bir yaptırımı olmalıdır. Adaletin dili; evet, merhametlidir… ama zalime karşı da celalli, kararlı ve gerektiğinde korkusuzdur. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun, bu takvaya daha yakındır.” (Maide Suresi, 8. Ayet) Bu ayet açıkça gösterir ki, adalet duygusu sadece dostlara karşı değil, hatta düşmana karşı bile korunmalıdır. Ancak buradaki adalet anlayışı, pasiflik değil, dengeyi ve hakkı sağlama iradesidir. Zalim duruyorsa adalet harekete geçmelidir. Adaletin pasif kalması, zulmün büyümesine zemin hazırlar. Bu, bir çağrıdır. Şiddeti savunmak değil, zulme karşı kararlı bir duruş sergilemenin zorunluluğunu haykırmaktır. Zalim, sadece kınamadan etkilenmez. O, ancak çıkarının tehdit altında olduğunu gördüğünde geri adım atar. Bunu ya ekonomik yaptırımla, ya diplomatik baskıyla ya da gerektiğinde caydırıcı bir kuvvetle hisseder. Dünya bunu yapmadıkça, zalim olan daha da cesaretlenir. Çünkü bilir ki; bu çağda herkes sadece konuşur ama kimse bedel ödemek istemez. Oysa bedel ödemeden adalet sağlanmaz. Batuhan Çelik
❤️ 👍 🤲 😔 🌸 🌹 🌼 💚 😟 41

Comments