
ÂDÂB-I TARÎKAT-I NAKŞİBENDİYYE
1.7K subscribers
About ÂDÂB-I TARÎKAT-I NAKŞİBENDİYYE
Facebook https://www.facebook.com/profile.php?id=61571278682813&mibextid=ZbWKwL YouTube https://youtube.com/@naksibendiyyeadabi?si=GYxLXni4SPr6oRy9
Similar Channels
Swipe to see more
Posts

*ZÜNNÂRI KESELİM İMAN EDELİM* *Abdülhâlik Gücdüvânî* [kuddisesırruhû], bir Aşure günü talebelerine derste velîlik hallerini anlatıyordu. Müslüman ve zâhid kıyafetinde olan bir genç içeri girip talebelerin arasına oturdu. Bir müddet sohbeti dinledikten sonra söz isteyerek sordu: Efendim! Rasûlullah [sallallahu aleyhi vesellem]; “Müminin ferasetinden (bakışından) korkun. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar” buyuruyor. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir? *Abdülhâlik Gücdüvânî* [kuddise sırruhû] hazretleri heybetle gence nazar ettikten sonra; "Öyleyse belindeki zünnârı (papazların taktığı kuşak) kes de imana gel" dedi. Hazret’in bu sözleri oradakilere şok etkisi yaptı. Genç inkâr edince Hazret talebelerinden birine soru soran gencin üzerindeki hırkayı çıkarmasını işaret etti. Hırka çıkınca gencin belinde düğüm düğüm zünnâr bağlı olduğu görüldü. Bu hadise karşısında genç mahcup olup, orada kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Daha sonra *Abdülhâlik Gücdüvânî* [kuddise sırruhû] hazretleri talebelerine dönerek şu sohbeti yaptı: "Dostlar, gelin biz de sözümüze uyalım. Zünnârı keselim, iman edelim. Bu genç maddi zünnârını kesti, biz de manevi zünnârımızdan kurtulalım. O da kibir ve gururdur. Bu genç af dileyenlerden oldu, biz de affa kavuşalım." . . . *Bir müridine şöyle nasihat etmiştir:* "Evladım, bütün hallerinde ilim, edep ve takva üzere ol. Önceki âlimlerin eserlerini oku, izlerinden yürü. Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılma. Fıkıh ve hadis öğren. Cahil sofilerden uzak dur. Namazını cemaatle kıl. Şöhretten uzak dur, çünkü şöhret âfettir. Herhangi bir makama göz dikme. Az ye, az uyu ve kalabalıktan aslandan kaçar gibi kaç! Daima kendi yalnızlığında Hak ile beraber ol. Helal lokmayı ara ve şüphelilerden kaç! Herkese şefkat nazarıyla bak. Kimseyi hor görme. Halkla çekişme. Hiç kimseden bir şey talep etme. Elbisen sade, yoldaşın derviş, sermayen fıkıh kitapları, evin mescid, dostun Allah Teâlâ olsun."

*Hâce Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend* [kuddise sırruhû] hazretlerinin müridlerinden biri anlatır: • Hâce Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin sohbetiyle şereflendiğim bir andı. Bu beraberlik esnasında, kısa sürede bende güzel değişiklikler meydana gelmişti. Bunun, Hâce Hazretlerinin bereketiyle gerçekleştiğine inanıyordum. Ama nedense, bir müddet sonra bende bu güzellklerden bir eser kalmadı. Hâce Hazretlerinin bendeki bu güzellikleri geri almış olduğu düşüncesine kapıldım. Ben bunları düşünürken, o esnada Hâce Hazretleri bir müride yöneldi, şunu söyledi: • *"Yanımızda bulunan her şey sizindir. Ancak eğitilmemiş köpeğin, yakaladığı av hayvanı yenilmez!"* *Yine Müridlerden biri anlatır:* • Bir keresinde Hâce Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend Hazretleri bana kızmıştı, iki hafta boyunca kendisine görünmedim. 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü, onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırmıştı.." [Tevbe, 118] ayetinde de işaret edildiği gibi, geçen zamanım bana daraldıkça daralmıştı. Nihayet Allah Teâlâ yardım etti. İşlediğim günahlara tövbe etim. Sâdât-ı Kirâm'ın ve yakın zamanda vefat etmiş olan bir müridin hatırına, bu sıkıntılardan kurtulmak için rabbime çok yalvardım. Sabahleyin, içimde Hâce Hazretlerine gitmek için karşı konulmaz bir arzu hissetmeye başladım. Ve Şâh-ı Naksibend Hazretlerinin yanına vardım. Selâm verdim. Hâce Hazretleri bana, büyük bir yakınlık gösterdi. Orada bulunan müridlerden birini yanına çağırdı. Kendisine şöyle dedi: • *Biz sana kızmış ve seni hatırımızdan çıkarmıştık. Ancak bu gece, Sâdât-ı Kiram'a ve yakın zamanda vefat etmiş olan müridimizin hatırına, Allah Teâlâ'ya yalvardığın için, biz de seni Allah dostlarının hatırına seni affettik, aramıza tekrar kabul ettik, dedi.* İşte Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, Allah ve Rasûlü'nün yoluna bu denli bağlıydı. Zira ben onun sohbetlerine daha yeni katılmıştım. Hâce Hazretleri, böylelikle beni terbiye ve şefkatten zerre miktarınca ayrılmamış olan o eski müridi aracılığıyla uyarmış oluyordu.

*NASUH TÖVBESİ* *Dün senin elinde tövbe eden genç, bu gece vefât etti. Allahü Teâlâ onu, dostları derecesine kavuşturdu. Ona velîlik makâmı ikrâm eyledi.* *Ebû Türâb-ı Nahşebî* [kuddise sırruhû] hazretleri nefsin istemediklerini yapma ve haramlardan kaçmada kuvvetliydi. Yıllarca başını yastığa koyup uyumadı. Geceleri ibâdet ve zikirle meşgûl olur, bâzan dışarı çıkıp dolaşır, ihtiyaç sâhibi olanlara yardımcı olurdu. Bir gece Nahşeb'in mahallelerinde dolaşırken, âniden kulağına sesler geldi. Dikkat edince bâzı erkeklerin, bir kadınla tartıştıklarını anladı. Kendi kendine, buraya gitmeliyim, bir mazlum ise ona yardım etmeliyim. dedi. Yanlarına varınca kadın onu gördü ve yanına geldi. "Ey üstâd! Fâsık ve ömrünü kötü şeylerle harcayan bir oğlum var. Yaptığı kötülükler, işlediği günahlar hakîkaten çoktur. Dün gece fısk meclisi kurmak ve şarab içmek istedi. Akşamdan sonra, Allahü Teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta yatağında yatıyor. Evimiz mescidin yanındadır. Cemâat geceki sesleri duyup geldi ve onu mahalleden çıkarmamı istedi. Ben de ağır hasta olduğunu bildirdim. Ölürse hepimiz ondan kurtulur, yâhut tövbe eder, kendisi kurtulur. Ölmez ve tövbe de etmezse, o zaman onu şehirden dışarı çıkarın dedim." *Ebû Türâb-ı Nahşebî* [kuddise sırruhû], kadına yardım etti ve kalabalık dağıldı. Sonra aklına o genci görmek ve tövbe ettirmek geldi. Evden içeri girince, genç onu görür görmez feryâd edip ağlamaya başladı. *"Allah'ım ne kadar kerîmsin. Benim gibi ömrünü boşa geçirmiş bir zavallının duâsını ânında kabûl eyledin."* dedi. Ebû Türâb-ı Nahşebî [kuddise sırruhû] Ey genç! Ne duâ ettin? dedi. "Üstâdım, bugün seher vaktinde iki duâ ettim. Biri; yâ Rabbî sabahleyin bana, Ebû Türâb'ın yüzünü görmek nasîb eyle, ikincisi; yâ Rabbî, nasûh tövbesi ihsân eyle dedim. Duâmın birini şu anda kabûl edilmiş görüyorum, umarım ikincisi de kabûl edilir. Ey hocam çok günahkârım. Tövbe etsem, kabûl olur mu?" deyince; "Ey genç! Ümitsiz olma! Çünkü Allahü Teâlâ’nın rahmet denizleri dalga dalga geliyor. Allahü Teâlâ ziyâdesi ile tövbeleri kabûl edici ve affedicidir. Kulların günahlarını bağışlayıcıdır. Âsilerin tövbelerini kabûl edicidir. Âcizlere kâfidir. Düşkünlerin en iyi vekîlidir. Bütün günahlardan tövbe makbûldür." buyurdu. *Genç elinde tövbe etti ve gözlerinden yaşlar döküldü.* *Ebû Türâb-ı Nahşebî* [kuddise sırruhû] oradan ayrılınca, genç annesine; "Ey anneciğim! Sana bir vasiyetim var. Yerine getir." dedi. Annesi; "Evlâdım, ne vasiyetin var, söyle!" dedi. Beni bu yataktan ve yumuşak yastıktan, hakîr ve zelîl toprağa indir. Ebû Türâb'la tövbe ettiğim andan sonra, yerde Allahü Teâlâ’ya tekrar tövbe edeyim. Çünkü bu hastalık beni iyice sardı. Artık bu hastalıktan öleceğimi anlıyorum." dedi. Annesi isteğini yerine getirdi ve onu yere indirdi. Genç, yüzünü toprağa sürdü, kalp ve rûhunun derinliklerinden gelen bir ses ile; *"Ey Allah'ım! Yaptıklarıma pişman oldum. Tövbe ettim. Senin dergâhından başka kapım yok. Dertlilerin dayanağı, muhtaçların sığınağı sensin. Toprakla bir olmuş, zamânını boşa geçirmiş ben kuluna rahmet et."* diye yalvarıp inledi. Onu topraktan kaldırıp, yatağa yatırdılar. Gece olunca genç vefât etti. *Ebû Türâb-ı Nahşebî* [kuddise sırruhû]; "O gece rüyâda Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem gördü. Yanında iki yaşlı zât var idi. Onlarla berâber çok kalabalık geldi. Birisi ona; "Bu, Muhammed Mustafâ'dır sallallahü aleyhi ve sellem, diğer taraftaki yaşlı zât ise, İbrâhim Halîlullah'tır (aleyhisselâm), diğer taraftaki ise Mûsâ Kelîmullah'tır (aleyhisselâm). Bu kalabalık ise, yüz yirmi bin küsûr peygamberdir." dedi. Ebû Türâb ileri koştu. Selâm verdi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem selâmına cevap verdi. Onunla müsâfeha etti. "Yâ Resûlallah, siz Nahşeb'e gelmiş miydiniz?" diye arz etti. *Peygamber Efendimiz buyurdu ki:* "Ey Ebû Türâb! Dün senin elinde tövbe eden genç, bu gece vefât etti. Allahü Teâlâ onu, dostları derecesine kavuşturdu. Ona velîlik makâmı ikrâm eyledi. Beni ve yüz yirmi bin küsür peygamberi, onu ziyârete gönderdi. Ey Ebû Türâb! O gence izzet gözü ile bakın. Cenâzesinde hazır bulunun." Ebû Turâb-ı Nahşebî uyandığında bu halden kalbine bir incelik geldi ve; *"Ey Allah'ım! Ne kadar kerîmsin. Daha dün fıskı yüzünden, mahalleden çıkarmak istedikleri bir fâsıkı, bir ağlama ve inleme, bir tövbe ve pişmanlık ile bu dereceye kavuşturdun."* dedi. Bu zevk ve halde iken, diğer odadan küçük kızın feryâdını duydu. Ağlıyordu. "Evlâdım, seni ağlatan şey nedir?" dedi. "Babacığım, rüyâmda filan mahallede tövbe eden bir gencin vefât ettiğini ve her kim onun cenâzesine bakarsa, Allahü Teâlâ ona, kendisinden istediği her şeyi verir dendiğini görüp duydum. Babacığım, evden dışarı çıkmayı aslâ istemezdim, fakat şimdi izin verirsen, gidip o gencin cenâzesini göreyim ve Allahü Teâlâ’dan kendim ve diğer kullar için necât, kurtuluş isteyeyim." dedi. Ona izin verdi. *Cenâzesine giderken yolda yaşlı bir kadın gördü. Ona;* "Ey Ebû Turâb! Hakk'ın rahmetinin neler yaptığını gördün mü? Fıskının çokluğu yüzünden mahalleden çıkarılmak istenen genç, bu gece vefât etti. Evliyâ silsilesine dâhil edildi. Rüyâda bana, cenâzesinde bulunan mağfiret olunur diye söylediler." dedi. Başka âlim zât da aynı rüyâyı gördü. İnsanlara bu durum haber verildi. Bütün şehir halkı akın akın gencin cenâzesine katılmak için geldi. Tam bir izzet ve ikrâm ile onun namazı kılındı, sonra defnettiler.

*SANKİ SEN BU DÜNYADA HİÇ OLMADIN!* *AHİRETTEN İSE HİÇ AYRILMADIN!* *Ebâ Ümâme el-Bâhilî [radıyallahu anh] demiştir ki:* Allah Resûlü [sallallahu aleyhi vesellem] peygamber olarak gönderildiğinde, İblis'e askerleri gelerek, "Yeni bir peygamber gönderildi ve bir ümmet çıktı dediler. İblis, "Onlar dünyayı seviyor mu?" diye sordu. Onlar da, "Evet" dediler. Bunun üzerine iblis, "Eger dünyayı seviyorlarsa, putlara ibadet etmemelerine aldırış etmem. Şu üç şeyi yapmaları için onlara sabah akşam vesvese veririm: Malı haksız şekilde elde etmeyi, onu hak olmayan yerlerde harcamayı ve onu hakk olan yere vermemeyi. Bütün kötülükler, bu üç seye tâbidir" dedi. *Fudayl b. iyâz [rahmetullahi aleyh] demiştir ki:* "Eğer bütün dünya ahirette kendisiyle hesaba çekilmeyeceğim bir helâl olarak bana arzedilse, sizden biri üzerine bulaşmasın diye yanından geçtiği bir leşten kaçtığı gibi, ben de dünyadan kaçardım. *Hz. Ömer* [radryallahu anh] Şam'a geldiğinde Ebû Ubeyde b. Cerrâh [radyallahu anh] onu, yuları liften örülmüş bir deve üzerinde karşıladı. Hz. Ömer [radıyallahu anh] ona selâm verdi, hatırını sordu, sonra evine geldi. Evinde (esya olarak) kılıcı, kalkanı ve palanından başka bir sey görmeyince, Ebû Ubeyde'ye [radıyallahu anh], "Keske eşya edinseydin" dedi. O da, "Ey müminlerin emîri, bunlar bizi istirahat yerine (kabre) kadar ulaştırır" dedi. *Hasan-ı Basrî, Ömer b. Abdülaziz'e* [rahmetullahi aleyhima] yazdığı bir mektupta, "Selâm sana! Sen, bu dünyada üzerine en son ölüm yazılan ve ölmüş olan kimse gibisin' dedi. Ömer b. Abdülaziz de cevabinda söyle yazdı: "Selâm sana; Sanki sen bu dünyada hiç olmadın, ahiretten ise hiç ayrılmadın. *[İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet]*